Tarihimiz “testi kırılmadan” önce yapılan uyarılarla dolu. Bu uyarıları da çoğunlukla meslek örgütleri, bilim insanları, hukukçular ve genel olarak sol siyaset yapar. (Buna rağmen toplumu dönüştürücü bir siyasi özne haline gelememiş olmamız da bizim trajedimiz olsun!)

İşte orman yangınlarıyla ilgili geçen yazımda hatırlattığım TMMOB’nin üç yıl önceki uyarısı, pandemi ile ilgili TTB’nin uyarıları, eğitimin iflasına dair uyarılar, çevrecilerin uyarıları, Karadeniz otoyolunun yaratacağı yıkıma dair uyarılar... Bir örnek de kendi deneyimimden; 2008 yılında Fetullahçı yapı ve benzerleri ile ilgili soruşturma açtığımda liberaller ve şimdinin iktidarı tarafından saldırıya uğramıştım.

Sığınmacı meselesine bağlayayım: daha 2012’de iktidarın izlediği açık kapı politikasının ve Suriye iç savaşında alınan pozisyonun Türkiye’yi fiili bir tampon ülke haline getireceği uyarıları yapıldı. ABD ve AB’nin emperyalist müdahalelerinin bölgemizi istikrarsızlaştıracağı söylendi. Sığınmacılar üzerinden yürütülen finansman pazarlıklarının, Geri Kabul Anlaşması’nın, eğit donat projelerinin, NATO şemsiyesi altında yapılan saldırılara paydaş olmanın, savaşçılarla kurulan ilişiklerin yaratacağı sorunlara dikkat çekildi. ABD’nin taşeronu olarak Afganistan’a girmenin yaratacağı sorunlar halen yazılıp çiziliyor. İktidar sığınmacı sorununun Batıda yarattığı korkuyu kullanırken ana akım muhalefet anlaşılmaz bir şekilde savaş tezkerelerine evet diyerek bu politikalara destek oldu. İçeride sığınmacılara karşı çıkarken “millilik” adı altında izlenen bu tutum, sığınmacı sayısını arttırırken, ayrıca alternatif bir dilin ve politikanın oluşturulmasına da engel oldu. Tam tersi ırkçı söylem ve politikaların yaygınlaşmasına yol açtı. İlk başlarda bu ayrımcı söylem daha incelikli iken gelinen noktada su bile verilmemesi ve sığınmacıların tenlerinin koktuğuna kadar ulaştı!

En önemlisi de artık tek kaygısı iktidarını sürdürmek olan AKP/MHP koalisyonuna inanılmaz bir manevra alanı bırakıldı. İktidar, içi boş ensar söylemine rağmen gerektiğinde sığınmacıları otobüslerle sınırlara yığdı. Gerektiğinde fon elde etmek için sopa olarak kullandı. İktidarın sığınmacılarla ahlaki ve hukuki hiçbir bağı olmadığını, pazarlık unsuru ve ucuz işgücü olarak gördüğünü tabii ki biliyoruz. İşte tam burada, iktidar, bugün yarın söylemini değiştirdiğinde, sığınmacılardan şu ya da bu şekilde, kurtulmak istediğinde (bunu gerçekleştiremese bile) ana akım muhalefetin nasıl boşa düşebileceğini görmek gerek. Muhalefetin inşa ettiği ve kendiliğinden oluşan rahatsızlık doğal adresine dönecektir.

Nitekim iki gündür Altındağ’da yaşananlar bu potansiyeli açıkça gösterdi. Yoksul sığınmacılara saldıranlar “Ya Allah Bismillah, Allahu Ekber” diye bağırıyordu. Aylardır köpürtülen karşıtlığın, çoğu muhtemelen çalışmak ya da okumak için yurtdışına çıkmayı hayal eden, babasının atölyesinde asgari ücretin yarısına çalışan sığınmacıların emeğiyle alınmış arabalarla gelen gençlerin ağzından böyle çıkması kaçınılmazdı. Kışkırmaya hazır lümpen kitlelerin, “incelikli ırkçılığı” başka saldırılara dönüştürmesi an meselesi bundan sonra. Günlerdir kullanılan dilin saldırılara yol açabileceğine dair uyarıda bulunanların, bu dili kullananlarca suçlanması ve “bakın haklı çıktık” demeleri ise ayrı bir tutarsızlık.

O zaman ihtiyacımız olan “üçüncü bir yol”. Sorunun küresel bir sorun olduğunu çözümün de uluslararasılaştırılması gerektiğini, iktidarın izlediği politikaların sorunu büyüttüğünü, geri gönderme yasağı gibi engellerin olduğunu, önümüzdeki dönemlerde sığınmacı baskısının artacağını göz önünde tutarak çözüm bulunabilir. Yani iktidarın bilinçli bir şeklide ülkemizi tampon bölgeye çeviren politikaları ile hukuka, gerçeklere ve insan haklarına aykırı sığınmacı karşıtlığı arasında sıkışmamamız gerek. Siyaset “mümkün olanın yönetilmesi” olduğu kadar toplumun “yeni mümkünlere” ikna edilmesidir. Seçmenin çoğu beğeniyor diye kullanılan ayrımcı ve popülist bir dil sonunda ırkçılığı büyütür.

Tüm yurttaşlarımız, özellikle CHP ve İYİ Parti’ye oy veren yurttaşlarımız bilmeliler ki sığınmacı sorununun “sıfır noktasında” değiliz. Yalnızca vatandaşlık verilen sığınmacı sayısı bile bu gerçekliği gösteriyor. Yani artık “ülkemde sığınmacı istemiyorum” tavrı sonuç alıcı değil. Devasa sorun kucağımızda artık. İzlenen politikalara karşı çıkmakla sığınmacılara yönelik nefreti dikkatli bir şekilde ayırmak gerek. Bu olmaz.