Genet toplumun dışına itilmişlerin intikamını kitabında kötülere, suçlulara, fahişelere yer vererek ve oluşturdukları toplumu yüceleştirerek alır. Böylece kendilerini kötülerden üstün gören mevcut burjuva toplumuyla da dalga geçer

Genet’nin hapishane çiçekleri

MERVE TOKGÖZ

Çiçeklerin Meryem Anası, Jean Genet’nin hapishane yaşantısını farklı bir bakış açısı ile ele aldığı destansı kitabıdır. Evlilik dışı bir çocuk olarak dünyaya gelmesi, gençliğinde sık sık hapishaneye girip çıkması, yaşadığı dönem itibarıyla modern dünyanın karanlık dönemine şahitlik etmesi (1910 doğumlu olması hasebiyle gözünü dünya savaşlarının ilkine açmıştır, bunun yanı sıra gençlik çağında da Avrupa’nın göbeği Fransa’da dünya savaşlarının ikincisine yakalanmıştır) gibi Genet’ye ait veriler zihnimizin bir kenarında dursun. Zira Çiçeklerin Meryem Anası’nın hem fazlasıyla karanlık olması hem de o karanlığın destansı bir dille yüceltilmesinde bir payı olmasını muhtemel görüyorum.

Ayrıntı Yayınları tarafından 2000 yılında Yaşar Avunç’un çevirisiyle Türkçeye kazandırılan kitabı Genet 1942 yılında tamamlamış. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi henüz ortada yokken; idam cezası alıp kurşuna dizilen, Genet’nin ifadesiyle “güzel ama iç karartıcı çiçeklerin” anısına yazılmış kitap. Başta eşcinseller olmak üzere katillerin, hırsızların, ülkesine ihanet edenlerin, fahişelerin yani toplumun içinden çıkan ne var ki gene toplum tarafından “yüzkarası” olarak nitelendirilen kesimlerin hapishanedeki öykülerine yer veriyor. Kitapta boy gösteren tüm karakterlerin kesiştiği nokta ise hiçbirine Genet tarafından masumiyet atfedilmemesi. Bilakis kitapta her biri, onları toplumdan ayıran, devlet tarafından suç unsuru sayılan davranışlarına karşılık, övgü ve yüceltmelerle adeta birer “aziz” gibi ruhani bir boyuta erişirler. Tam da bu noktada kitaptaki karakterlerden verilebilecek en iyi örnek, lakabı Çiçeklerin Meryem Anası olan çocuk yaştaki katil bir gençtir. Gerek katilin herkeste hayret uyandıran ve Genet’nin betimlerken melekleştirdiği berrak yüzü, düzgün fiziği; gerekse de genç katilin cinayeti işlerken ve akabinde mahkeme salonunda yargılanırken sergilediği pişman olmayan tavrı adeta kutsanır. Bununla beraber kitaptaki şiirsel dil de zirveye çıkar ve “kötü”lerin destanına şahitlik edilir.

Genet her ne kadar mekân bağlamında merkeze hapishaneyi koysa da sık sık o duvarları aşıp, kitaba can veren mahkûmların hapishane dışındaki hayatlarına da ışık tutar. Düşünsel olarak aşılan bu duvarlar aynı zamanda burjuva ahlâkına sırtını dayayan yaşantının da sınırlarını aşıp, o yaşantının riyakârlığını ortaya koyar. Genet’nin “içeri”den bir mahkûm olarak, “dışarı”ya yönelik Divine adlı eşcinsel karakter üzerinden işaret ettiği riyakârlığa dair en net cümleler şöyle: “Tüm kahve halkı Divine’nin (albaya göre ibnenin, tacirlere göre kovanın, bankacı ve garsonlara göre nonoşun, jigololara göre ‘bu karının’) gülümsemesinin iğrenç olduğunu düşündü.” Genet toplumun dışına itilmiş olanların intikamını kitabında kötülere, suçlulara, fahişelere yer vererek ve kendi oluşturdukları toplumu yüceleştirerek alır. Böylece kendilerini kötülerden üstün gören mevcut burjuva toplumuyla da dalga geçme fırsatını elde eder.

genet-nin-hapishane-cicekleri-199636-1.Burjuva ahlakının normlarıyla hareket eden toplumsal yapının, aşağılayıcı sıfatlarla tanımladığı toplum dışı kesimlere karşı Jean Genet hiçbir yabancılık duymaz zira kendisi de onlardan biridir. Daha dünyaya geldiği ilk gün “piç” olduğu için bir kenara itilmiştir. Suç dünyası onun için fazlasıyla çekicidir. Bu sebepten ötürü kitapta da gardiyanından karanlık duvarlarına, hücrelerinden tuvaletlerine hapishane ortamı onu korkutmaz. Kendi ifadesiyle onu korkutan tek şey bedensel acıdır. Öyle ki Genet’nin korkularından arzu devşirdiği de görülür. Örnek verilecek olursa, on iki kişi ile beraber sıkış tıkış sorgu yargıcını bekledikleri sırada iki gencin aralarında konuştuklarına kulak kabartır. İnsana dönüşmüş hayvan olarak tanımladığı genç onu korkutsa da fiziksel olarak büyülenir. Birinin diğerine “kadını soydum” dediği anda gencin kendisine sokulduğunu hisseder. İçindeki korku ona haz verir ve bunu “harika bir korku” olarak nitelendirir. Genet’nin bunlar dışında da kendisine arzu nesneleri yarattığı görülür. Bunu en çok zihniyle aştığı mekânın -hapishanenin- dışında, mahkûmların anılarında ortaya çıkararak yapar; bazen de kendine ait hücrede bir çarşaf parçasında ulaşır arzusuna.

Son olarak; Jean Genet, öyle alışmıştır ki hapishaneye, bir gün mahkeme kararıyla o mekânın dışına çıktığını düşündüğünde kaygılanır. “Canlıların arasına sürülmek” olarak dile getirir bu durumu. Duvarların arasında geliştirdiği ruhu yitirmek istemez. Hayatı boyunca insan olarak orada kalmak istediğini dahi ifade eder. Zira onun yaşamsal mekânı “kötü”lerin toplumuna ev sahipliği yapan hapishanelerdir. Genet, dışarı çıktığında da yaşam damarlarına ihanet etmez, her zaman toplumun kenarına itilmiş “kötü”lere ulaşmayı başarır.