Gerçeğe dönüşen ‘dostluk ütopyası’

ALİ BULUNMAZ

Koronavirüs salgınının dünyanın dört bir yanını etkilediği bugünlerde Susan Sontag’ın kemikleri sızlıyordur.

Kült deneme kitabı Metafor Olarak Hastalık-AIDS ve Metaforları’ndaSontag; hastalıkların, hastaların ve tedavi süreçlerinin militarist bir dille anlatılmasının sakıncalarını ele almıştı ayrıntılı biçimde. Düşmana benzetilen hastalığın, çoğu zaman ölümle eşitlenmesine ve tedavi sürecinin de savaşa benzetilmesine karşı çıkan yazar, kitabını şu cümlelerle bitirmişti: “Askerî imgelerin sağlık ve hastalık üzerine düşünmeye etkisi önemsiz de sayılmaz. Askerî imgeler ve metaforlar, her şeyin velveleye verilmesine yol açar; tanımları aşırı derecede abartır ve hastaların toplumdan aforoz edilip damgalanmasına ciddi derecede katkıda bulunur (...) Biz istila altında değiliz. Beden bir muhabere alanı değildir. Hastalar, ne kaçınılmaz kayıplardır ne de düşman. Biz -tıp, toplum- önümüze çıkan her sorunla her vasıtayla savaşmaya yetkili değiliz… Onun için bu metafor, yani askerî metafor hakkında son bir söz olarak Lucretius’u aktarmak isterim: Askerî imgeleri, savaşları çıkaranlara geri postalayın.”

Donald Trump’ın “Koronavirüs bizim için yeni bir Pearl Harbour’dır, 11 Eylül’dür ve düşmanı yenmek için her yolu deneyeceğiz” sözünün ardından, Sontag’ın kitabını ve cümlelerini hatırlamak elzem. Üstelik buna benzer ifadeler kullanan pek çok politikacı, hatta sağlık çalışanı ve hastanın olduğu düşünülürse Sontag’ın metni daha da önem kazanıyor.

‘Salgın edebiyatı’ ya da ‘salgın kitapları’ listesine Sontag’ın kitabı giriyor girmesine ama konunun özü, salgınla yaratılan ‘siyasi konjonktür’ nedeniyle pek vurgulanamıyor. Tıpkı Camus’nün Veba’da, yalnızca bir salgını anlatmadığını, 1940’larda Avrupa’yı kasıp kavuran ‘Kahverengi Veba’ Nazilere ve onların fitilini ateşlediği faşizm dalgasını arka plana aldığını göz ardı etmek gibi…

‘Çağın vebası’ AIDS yıllarında, hastalığa karşı ‘topyekûn mücadele’ başlatılmışken Sontag, madalyonun öbür yüzünü gösteren deneme ve öyküler yazmış, müesses nizamın neferlerince eleştirilmiş ve büyük bir kitle tarafından ilgiyle okunmuştu. Bunlardan biri de Böyle Yaşıyoruz Artık başlıklı uzun öyküydü.

BİR TÜR ‘TUTKAL’gercege-donusen-dostluk-utopyasi-731674-1.

Sontag, bir AIDS hastasının dostlarının konuşmalarını kurguladığı metinde, ne hastanın ismi geçiyor ne de hastalığın adı anılıyor. Başka bir deyişle ölümün ete kemiğe bürünmüş hâli olduğu düşünülen bir hastalık sırasında süreci yakından izleyenlerin seslerinden ve tartışmalarından oluşan bir öykü bu.

Sontag, hastanın çevresindekilerin deneyimlerini kâğıda dökerken enikonu birleştirirken zaman zaman panik, endişe, belirsizliğin yol açtığı korkuyla yüzleşiyoruz.

‘O hastalığa’ karşı yapılacak bir şeyin olmadığını düşünenler bulunduğu gibi bunu kabullenmeyerek tedavi seçenekleri araştıranlar da var. Öyküdeki karakterler, zarı umuttan yana atıyor. Tabii zihinlerinin bir köşesinde karanlık bir nokta olarak arkadaşlarının ölme ihtimali de duruyor.

Arkadaş grubundakilerden birinin cümlesi, olup biteni resmediyor: “Çevresinde dostlarının olması hoşuna gidiyor, üstelik birbirimize de yardım ediyoruz, hastalığı hepimizi aynı tutkalla birleştiriyor.”

Öyküde, hastanın çevresindekilerin yaşadıkları ile 1980’lerde AIDS’e yakalananlar ve onların tedavi süreçleri (ilaç ve hastane hikâyesi) bir araya geliyor. Konunun bir de ruhsal tarafı var ki Sontag, teknik meselelerden çok oraya yoğunlaşıyor. Hatta hastalığın hayalinin hastalıktan daha kötü olduğunu anlatıyor çoğunlukla. Bir de bu hastalık sırasında gerçeğe dönüşen ‘dostluk ütopyası’nı…

FARKLI İNSANLAR FARKLI DAVRANIŞLAR

Sontag’ın Böyle Yaşıyoruz Artık’ta, yoğunlaştığı bir diğer konu, davranışların nasıl kontrol edilebileceği; kimi duyguların nasıl bastırılacağı ve duruma göre nasıl vaziyet alınacağı.

Hikâyede, ölüm sessizliğini aşmak üzere konuşup tartışan insanları belirginleştiren Sontag, hızla akan diyaloglarla hastalığın seyrinin yanı sıra yaşama, deneyimleme ve yaşatma telaşını betimliyor. Böyle değerlendirdiğimizde ölüm sessizliği, konuşmalar, hastalık, hasta ve onun etrafında kümelenenler, birer gerçeklik olmakla birlikte metafora da dönüşüyor.

Hastanın yanına giden, gidemeyen, telaşlanan, soğukkanlılığını koruyan, tedavi seçeneklerinden bahseden, ölümden dem vuran ve bir şeyler yapmak için çabalayanlar, öykünün bam teli olan seslerin bir kalıba sığmadığını; aynı durum karşısında herkesin farklı davrandığı gerçeğini gösteriyor.

Öyküde, karakterlerin kendi ölümlerini düşünmesi ve arkadaşlarına dair konuşmaları, yalnızca bir kişiyle sınırlı kalmayan hastalığın, psikolojik ve davranışsal etkilerinin ne kadar geniş olduğunu ortaya çıkıyor.

Böyle Yaşıyoruz Artık’ta, hastalığın insani ve herkesin başına gelebilecek bir şey olduğunu anlatan Sontag, ona verilebilecek tepkilerin de insani ve temkinli olması gerektiğini vurguluyor satır aralarında. Tam da bu nedenle öykü, Metafor Olarak Hastalık-AIDS ve Metaforları’nı edebî bağlamda destekliyor.