TV dünyasının en iyi muhalif şovmenlerinden Stephen Colbert -kendisini trajikomik “RTE’yi Yüzüklerin Efendisi’ndeki Gollum’a benzeten Bilgin Çiftçi’nin yargılanması” olayındaki tepkisinden hatırlarsınız- 2005’te ünlü programı The Colbert Report’ta “Gerçeğimsicilik!” (truthiness) diye bir sözcük uydurmuştu: “Şimdi eminim bazı dil jandarmaları, Webster’s Sözlüğü’ne sarılan bazı ‘sözcükerilla’lar ‘Hoop, böyle bir sözcük yok!’ diyecekler. Bilenler bilir, sözlükler ve başvuru kitaplarıyla aram hiç de iyi değildir. Onların hepsi elitist! Bize sürekli neyin doğru olduğunu ve neyin olmadığını söyleyip duruyorlar. Ya da ne olduğunu ve ne olmadığını… Britannica Ansiklopedisi kim oluyor da bana Panama Kanalı inşaatının 1914’te bittiğini söylüyor?! Belki ben bunun 1941’de olduğunu söylemek istiyorum?.. Bu kitaplara hiç güvenmiyorum; sadece gerçeklerle uğraşıyorlar, kalbî duygulara hiç yer yok… Kabul edin artık millet, biz bölünmüş bir ülkeyiz; kafasıyla düşünenler ve kalbiyle düşünenler arasında bölündük. Bölündük, çünkü hanımlar ve beyler, gerçeğin çıkış noktası aslında bağırsaklardır.”

Colbert postmodern dünyada gerçek ve doğru bilginin itibarsızlaştırılmasıyla böyle dalga geçerken Trump’ın başkanlığı henüz hayal bile değildi, dolayısıyla 2016’da bazı düşünürlerin Trump dönemini açıklamak için kullandığı ‘post-truth’ (gerçek-sonrası) terimi de Oxford Sözlüğü’ne girmemişti daha (post-truth: nesnel hakikatlerin belirli bir konuya dair kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olması durumu). Ama bu programdan kısa süre önce Başkan Bush’un danışmanlarından Karl Rove, kurmaya çalıştıkları yeni dünya düzenini tanımlarken ‘gerçeklik temelli toplum’ diye ‘eski’ bir şeyden bahsedip şöyle demişti: “Gerçeklik temelli toplumda insanlar çözümlerin net gerçeklere dayalı akılcı çalışmalarla ortaya çıktığına inanır. Ama dünya artık bu şekilde işlemiyor.”

Tabii dünya doğal bir diyalektik süreç yüzünden artık böyle işlemiyor değil; 2000lerin başından bu yana dünya politikasını totalitarizme doğru yönlendiren ülke liderlerinin hepsi önce medyayı kontrol altına aldı. 11 Eylül’ü kullanarak ‘patriot act’i ve ‘teröre karşı savaş’ palavrasını inşa eden Bush, medya patronu başbakan Berlusconi, muhalif gazetecileri öldürtmesiyle ünlü Putin, akrabalık ilişkileri ve gizli kapaklı anlaşmalarla yandaşlaştırdığı koskoca ülke medyasını halkın gerçeklik algısını bulanıklaştırmak için kullanan RTE, inşaatçı medya patronu Trump gibi distopik karakterlerin yönettiği bir dünyada gerçek, doğru ve hakikat kavramları tarihte görülmemiş bir kırılganlıkla oradan oraya savruluyor bugün.

Belli ki 24 Haziran seçimleri de kelimenin tam anlamıyla ‘gerçeğimsici’ bir ortamda yapılacak. RTE’nin kamera önünde rakiplerinin karşısına çıkmamasının nedenini ‘muhaliflerce sıkıştırılma korkusu’, ‘sorulara makul yanıtlar verememe endişesi’ olarak açıklayanlar var. Bunlar doğru tabii, ama derinlerde yatan asıl neden, hep 50 liralık benzin aldığı için zamlardan etkilenmediğini söyleyen, ülkenin para birimi TL olduğu için dolardaki yükselişin fasa fiso olduğunu haykırıp kamera önünde sahte düğün dolarları yakan, ay sonunu nasıl getireceğini bilmezken ‘itibardan tasarruf olmaz’ insafsızlığına hak veren gerçek-sonrası seçmen kitlesine rağmen, medyada yaşanabilecek bir çatlama sayesinde eğer halk gerçek ile gerçeğimsi arasındaki varoluşsal gerilimi bir anlığına bile fark edecek olursa, RTE de biliyor, vay haline!