Popülizm bugüne özgü bir olgu değil kuşkusuz,  geçmişte de var. Öte yandan bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde popülizmin -ulus devlet refah yaratmak ve refahı bölüştürmek açısından ne yeterli ne uygun olduğundan-her zaman bir zorunluluk… Ne var ki, bugün durum başka; bugün, kuşkular ve korkular büyürken popülizm de neredeyse tek siyaset biçimi olarak öne çıkıyor. Bu […]

Popülizm bugüne özgü bir olgu değil kuşkusuz,  geçmişte de var. Öte yandan bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde popülizmin -ulus devlet refah yaratmak ve refahı bölüştürmek açısından ne yeterli ne uygun olduğundan-her zaman bir zorunluluk…

Ne var ki, bugün durum başka; bugün, kuşkular ve korkular büyürken popülizm de neredeyse tek siyaset biçimi olarak öne çıkıyor.

Bu kadar öne çıkmasının birçok nedeni var kuşkusuz. Ancak bu nedenleri, sonuçta küresel kapitalizmin ve neo-liberalizmin egemenliği ile ulus devletin ve demokrasinin güç kaybetmesi gibi temel etmenlere bağlamak yanlış olmaz. Ulus devlet toplumsal rolünü yitirir, demokratik kurumlar bocalar, emek gerileyip kimlik siyaseti öne çıkarken kitleleri yanına çekmek için popülizmden başka çare kalmamakta. Tabii, popülizmle birlikte gerçek-ötesi (post-truth) söylemlere yer açıldığı da unutulamaz.

Örneğin popülizmin dayanaklarından biri ideolojilerin öldüğüdür ama bu söylem “gerçeğin eğilip bükülmesinin”  iyi bir örneğidir.

Çünkü, günümüz dünyasında ekonomik liberalizmle birlikte siyasal liberalizm ideoloji olduğunu unutturacak kadar güçlenmiş yaşamakta, öldüğünden söz edilen “sosyalizm” olmaktadır.

Oysa liberal ekonominin eşitsiz ve adaletsiz sonuçları gibi ağır krizleri de vardır; siyasal liberalizm ise  ne haklar ve özgürlükler ne de demokrasi açısından yeterli olduğunu kanıtlamıştır! Buna karşın, alternatifleri ölmüş ya da öldürülmüşlerdir!

Kısacası, en temel gerçekler konusunda bile “gerçek-ötesi” söylemlerle boyanan bu dünyada düzeninin her tarafından fışkıran pisliklere karşın -eşitsizlik, adaletsizlik, yozlaşma, yolsuzluk, işsizlik gibi- sistem kendini sürdürür. Popülist politikalarla hamasi duygular ise, bireylerin ve toplumların değilse de sistemin derdine deva olur!

Ortam da uygundur. Machiavelli’den beri yönetilenin rızası ve bağlılığını kazanmak için duygularını harekete geçirmek gerektiği biliniyor; günümüzün neo-liberal ve post-modern dünyasında ise belirsizlikler daha arttığı, kafalar daha karıştığı için duygular akıldan çok işe yaramaktadır. Kısacası gerçek-ötesine geçen dünyada yalnız sağ değil, sol dahil tüm siyasal akımlar popülizmden medet umar hale gelmektedirler.

Buna karşın sol ve popülizm konusunda düşünülecek çok şey var.

Evet, küresel kapitalizmin sonuçları, getirdiği adaletsizlikler ortada. Türkiye’de ise ekonomik sorunlar yanında siyaset, demokrasi, hukuk gibi pek çok alanda gerilemeler yaşanmakta. Kuramsal anlamda bu koşulların solu güçlendirmesi bekleniyor ama sonuçların o yönde olmadığı ortada; solun toparlanması için söylem ve politika değişikliği gerekmekte.

Ancak şöyle bir soru da var: solun yeni bir söylem ve siyaset ihtiyacı içinde olduğu yadsınamasa da, çözüm popülizmde mi?

Bu konuda öyle kısadan bir şey söylemek mümkün değil. Chantal Mouffe gibi popülizmi sol için de gerekli bir siyaset biçimi olarak önerenler olduğu biliniyor. Birikim’de yayınlanan yazısında Tanıl Bora da, bazı tehlikelere işaret etmekle birlikte, bugün başat çalışma biçimine dönüşme yolundaki güvencesiz çalışanların (prekarya) popülist bir anlayışın inşası açısından elverişli koşullar taşıdığını söyleyerek bunu mümkün görmekte

Ne var ki, sol için bir değişim zorunlu olsa da,-örneğin emek dışında kimliklere yönelmesi, eşitlik kadar özgürlükleri önemsemesi,  demokrasiyi küçümsemek yerine ona hayat kazandırması, akıl kadar duygulara da hitap etmesi gibi- bunlarla haşır neşir olurken temel argümanlarını kaybetmemesi önemli. Öte yandan kimlikler, milliyetçilik, ulus devlet gibi popülist tuzaklardan uzak durması gerekmekte ki, bunun yolu da küresel söylem ve politikalardan geçmekte.

Aslında kendi adıma, sorunların bu kadar ortak ve küresel olduğu bir dünyada sol için temel çözümün popülizmde değil, “başka bir küreselleşme” tasavvurunda bulunabileceğini düşünmekteyim. Ancak bu zorlu yola çıkmak değil, henüz tartışılması bile yapılmamakta.