Bilimsel bilgi, tarih boyunca bilim insanlarının izole çalışma alanlarına özgü bir üretim ve paylaşım aktivitesiydi. Sayısız bilim insanı, yaşamlarını adadıkları çalışmalarını ve çoğunlukla çağdaşlarının da farkında olmadıkları buluşlarını kendi akademik çevrelerinde paylaşır, bu çevrede tartışmalar yürütürdü. Her profesyonel aktivitede olduğu gibi, bu tarz tartışmalara katılan kişilerin ortak deontolojik ya da mesleki kuralları mevcuttu. Örneğin, bir deneysel çalışmayı tartışırken deneylerin kurulma düzeni, veri elde etme metotları, çıkarımların literatüre katkısı ya da yenilikçi doğası, ortak bir jargon etrafında birbirini anlayan kişilerce tartışılırdı. Burada bir bilim elitizmine atıf yapmaktan çok, üretilen bilginin ve bilimsel metodun arka planını anlayabilme yetisi ve yapıcı eleştirinin üretilebilme meselesinden bahsettiğimizin altını çizelim. Bilim elbette sonuçları toplumsallaşabildiği oranda başarılı olan bir tarihsel kazanım olmasına rağmen üretim sürecinin finansal değil ama bizatihi kendisine kamusal bir katılımı barındırmaz. Özellikle bilimsel kongreler ve bilimsel makaleler, bilimin ürettiklerini paylaşmanın en genel geçer yolu ki bu mekanlar oldukça küçük bir kesime hitap eden aktivitelerdir. Halen belli bir konu etrafında oluşturulan bilimsel kongreler, fikirlerin ve bulguların sunulduğu, kabul gördüğü ya da kıyasıya eleştirildiği mecralar olarak işlev görmekte.

Bilim her ne kadar doğası gereği izole bir aktivite olsa da bazı tarihsel dönemlerde toplumun geri kalan kısmının ilgisini çekmeyi ve bilimsel verileri toplumun genelinde tartıştırmayı başarmıştır. Örneğin, aşılar, gen teknolojisi, atom bombası gibi konular zamanı geldiğinde bilim insanlarının metodolojik ve olgusal tartışmasının ötesinde bir “toplumsal” görüşü de yaratmıştır. Genellikle bilimsel verilerden çok medya, siyasetçiler ve popüler kültür üzerinden biçimlenen bu “fikir”lerin oluşma sürecine dair oldukça kapsamlı sosyolojik çalışmalar mevcut. Günümüzde sosyal medya ve televizyonların bu sürece etkisinden bahsetmeye gerek bile yok. Özetle şunu söyleyebiliriz ki eğer bir bilimsel süreç ve bulgu toplumun ilgisine mazhar oluyorsa, zaman içinde bilimin kendi olasılık değerlendirmesi ve şüpheciliği çerçevesinde ne söylediğinden çok toplumda en yaygın olarak neyin söylendiği ile anılmaya başlanıyor. Örneğin aşıların otizme yol açtığına dair bir makale yayınlandıktan sonra aşı karşıtlığı oldukça görünür hale gelmişti. Ancak bu makale, yanlış olduğu için geri çekilmesine rağmen bu fikir toplumlarda halen kabul görebilmekte, halen aşı karşıtları ile konuştuğunuzda aşıların otizme yol açabildiğine inandıklarını görmekteyiz. Dahası, aşı karşıtlığı argümanını desteklediğine inanılan bu yanlışlanmış ancak tevatürü ortadan kalkmamış bilginin yarattığı bir argüman alanını, menşeinden soyutlayıp genele yaymak da çokça başvurulan bir yöntemdir. Örneğin, “belki o makale doğru değildi ancak aşılar başka hastalıklara yol açabilir” önermesini bilimsel bir gerçeklikten yola çıkmayan aşı karşıtlığı argümanına “bilimsel” destek noktası olarak alma eğilimine girenlerin sayısı az değildir. Bu, uzun vadede şu soruyu ve kısır döngüyü yaratan bir meydan okumaya yol açar: “o zaman bilim aşıların zararsız olduğunu kanıtlasın”. En başta belirttiğim bilimsel metodoloji ve düşünüş, hipotez, argümantasyon ve denenebilirlik şartlarını mantık çerçevesinde geri çeviren ve baş aşağı durduran – çoğu zaman bilim dışı – bir argümanı, bilim insanlarına bilimsellikle kanıtlamaları gerektiğini anlatan absürt bir alanda kendimizi bulmamız sanırım modern kitle kültürünün bilimdeki en yakıcı yansımalarından birisidir. Buna en net örnek dünyanın düz olduğunu söyleyenlerin, bilim insanlarını dünyanın düz olmadığını kanıtlamakla yükümlü tutmalarıdır. Bu örnekte durum siyah ve beyaz gibi net ancak aynı bakış açısıyla aşı ya da herhangi bir bilimsel görüş konusunda da karşılaşabiliyoruz ve durum orada bu kadar net görünmüyor. Ancak bilim insanları mantıksal olarak tamamen benzer bir durumla karşı karşıya kalıyor: “negatif olanı kanıtlama gerekliliği”.

Özellikle günümüzde hiçbirimizin daha önce yaşamadığı bir süreci yaşıyoruz ve bunu tüm dünya ile eş zamanlı olarak geçiriyoruz: COVID-19. Neredeyse herkesin günlük konuşmalarının büyük çoğunluğunu oluşturan bu süreç aylardır devam ediyor ve daha da devam edecek. Bilinmezliklerin çok olduğu bu hastalıkla ve virüsle ilgili bilimin ürettiği bilgilerin hızından daha hızlı yayılan tevatür ve komplo teorileri toplumları en derinine kadar sarmakta. Popüler kültüre hizmet eden medya kuruluşlarının, sansasyon yaratmak isteyen şarlatanların, bilim insanı soslu umut tacirlerinin ve siyasetçilerin bu durumu ün, politik güç ya da hedef saptırma gibi nedenlerle manipüle ettiklerini, yanlış bilgiyi özellikle yaydıklarını görüyoruz. Bilim insanları ve bazı az sayıdaki medya kuruluşları, bilimsel bilginin topluma objektif şekilde anlatılabilmesi noktasında olağanüstü çaba sarf ediyorlar ancak yukarıda bahsettiğimiz gerilimli alandan çıkmak halihazırda pek mümkün görünmüyor. Çünkü toplumların sordukları sorulara istedikleri yanıtların “evet-hayır”dan birisi olmasıyla bilimin verebileceği yanıtın her zaman bu iki seçeneğin arasındaki olasılıklarla belirlenmesi bu uyuşmazlığı yaratıyor. Koronavirüs ile ilgili en çok konuşulan ve hala dillendirilen “biyolojik silah” argümanları tam da buna işaret ediyor. Virüsün bir biyolojik silah olduğu argümanına sarılanlar bilim insanlarının onların fikirlerinin aksini kanıtlaması gerektiğini düşünüyor. Halbuki bilimsel veriler ve genetik bilimi bu argümana dair bir belirti, şüphe uyandıracak bir veri bulamadı. Burada bir şeyi kanıtlaması gerekenler, argümanı ortaya atanlardır.

Bilimsel hipotez oluşturma süreci hipotezin çürütülmesi üzerine işler. Yani bilim kanıtlamaya çalışmaz, kurulan hipotezleri çürütmeye çalışır. Bir hipotez yapılan deneylerle ve istatistiki çalışmalarla çürütülemiyorsa hipotez desteklenmiş olur, fakat kanıtlanmış olmaz. Bu, bilimin şüpheci ve sorgulayıcılığını anlatır. Tam da bu nedenle genelde basit başlangıç hipotezlerinin negatif yönelimleri vardır. Örneğin, virüsün biyolojik bir silah olduğuna dair hipotez kurmak isterseniz iki şekilde kurabilirsiniz: “virüs bir biyolojik silahtır” ya da “virüs bir biyolojik silah değildir”. İlkinde hipotezi test etmek için çeşitli gözlemler ve deneyler yapabilirsiniz. Pozitif yönelimi olan bir hipotezi çürütmek için bir tane yanlışlama yeterlidir. Örneğin ilk hipoteze karşı filogenetik analizleri, doğal bir evrimsel süreç içinde mutasyonlara uğramış ve değişmiş bir virüs ailesinin yapısını, aynı aileden başka virüslere benzerliğini, herhangi başka bir virüsten insan eliyle alınıp koronavirüse yerleştirilmiş bir genetik dizinin yokluğunu gösterdiğinizde ilk hipotezi elimizdeki verilerle kolayca çürütmek mümkün. Bu nedenle virüsün biyolojik silah olduğunu söyleyenlerin tezleri çürütülebiliyor. Ancak bu nedenle zaten bilimsel hipotezler negatif argümanlarla kurulmalıdır. İkinci argümandaki gibi: “virüs biyolojik bir silah değildir”. Gerçek bilimsel metot, kendi kurduğu hipotezi çürütebilmek üzerine araştırma yapar. Örneğin, yukarıda saydığım bilgiler ikinci hipotezi destekler nitelikte. Ancak dediğimiz gibi bir hipotezi çürütmek için bir tane karşı argüman yeterlidir. Virüsün biyolojik silah olduğunu düşünenlerin bu argümanı bulması gereklidir. Bulamadıkları için ise konuyu yine bilim insanlarına atıp bilimi ve bilimsel düşünce metodunu tersine çevirmeye çalışmaktadırlar: “bilim insanları virüsün biyolojik silah olmadığını kanıtlasın”. Bu tamamen yanlış ve bilimle alakası olmayan bir önermedir. Felsefi olarak negatif sonuçlar kanıtlanamaz, çürütülebilir sadece. Bilim yukarıda da belirttiğimiz gibi kanıtlamaz. Bir hipotezi çürütemediği oranda geçerli sayar. Yani her bilgi değişebilir. Eğer virüs biyolojik silahsa buna veriye dayalı bilgi gerekir. O zaman silah olmadığını söyleyen görüş değişir. Örneğin, virüsün etkisini arttıran yapay bir genetik materyalin virüs dizinine konmuş olması bu çürütmeyi sağlayabilir. Böylece virüs, evrimsel atalarında olmayan bir özellik kazanacaktır. Ancak genetik dizin analizleri yapıldığında, virüsün dizininde koronavirüs ailesindeki diğer virüslerle karşılaştırıldığında şimdiki virüse yeni bir işlev katan herhangi yeni bir gen parçası ya da dizin olmadığını görebiliyoruz. İşte tam da bu yüzden duyduğumuz, “insan eliyle yapılmadığını kanıtlayın” önermesi yanlıştır. Bilime inanmayanlar kendi deneylerini yapıp sonuçları bilim camiasıyla ve kamuoyuyla paylaşabilirler. Virüsün doğal yollarla geliştiğine dair hipotezi de böylece çürütmüş olurlar. Günümüzde yaşanan ise, standart bir bilimsel çalışma seviyesinin gerektirdiği veri setine sahip olmayanların, sadece komplo teorilerinin olasılıklarıyla kendinden menkul argümanlar öne sürenlerin, negatif bulguları paylaşan bilim insanlarına inanmamaları ve daha fazla “kanıt” istemeleri.

Bu örnekte ve bilimsel argümanların popüler kültür tarafından bilim insanlarına baş aşağı geri sunulmasında ve kanıt istenmesindeki ana mesele, fikir sahibi olanların bu fikirleri dayandırdıkları temeldir. Bir şeye inanmak yetmez, verilerle konuşulmalıdır. Toplumsal tartışma zemini kazanmış bilimsel konularda tartışmanın bir tarafı bilimsel argümanlarla konuşurken diğer tarafı tevatürleri bilimsel veriye ikame ediyorsa bu baştan yanlış bir tartışma alanıdır. Bu tip tartışmalar ne ilktir ne de sondur. Evrim teorisi, aşılar, evrenin genişlemesi, homeopati, küresel ısınma ve iklim değişikliği gibi birçok konuda benzer akıl tutulmaları ile karşılaşıyoruz. Bilim kendi içinde bile büyük tartışmalar ve çelişkilerle menkulken, neredeyse denenemez argümanların bilimsellikle kanıtlanmasının istenmesi en saf tabiriyle bilimi anlamamaktır. Pandemi sürecinde toplumlar biraz da olsa bilim-toplum diyaloğuna maruz kaldılar. Bu sürecin olumlu çıktılarından birisi umarız ki bilimsel düşünüş ve sorgulama metotlarının kitlelerce daha iyi anlaşılması olsun. Şunun da altını çizelim ki hiçbir şekilde bilimin metotlarının evrensel doğru ve geçerli metotlar olduğunu savunmuyoruz, bilim de kendi içinde bu konudaki tartışmaları yürütmekte, ancak bilim mükemmel olmasa da elimizdekinin en iyisi. Bilimin alternatifi, kaderci bir toplum, mantık çerçevesindeki argümanlara dayanmayan söylemlerle ad hominem tartışmaları körükleyen safsatalar, ve sorgulayıcılığı ortadan kaldıran otoriter eğilimlerdir. Bilimsel eğitim mücadelesi tüm dünya üzerinde yakıcılığını koruyor.