Orhan Tüleylioğlu, kitap okuyan, okudukları üstünde düşünen, tartışan toplumların gelişen toplumlar olduğunu belirterek “Bu yüzden yazılarımda kitapların, geçmişteki mücadelelerin ve bilgeliğin ışığında günümüz dünyasına baktım, insanlığın geleceği üzerine düşünmek ve düşündürmek istedim” diyor.

Gerçek her yerde gerçektir

Kadir İNCESU

Orhan Tüleylioğlu edebiyat dünyamızın ince eleyip sık dokuyan yazarlarından. Yüzlerce kaynağı tarayıp, kendi bakış süzgecinden de geçirerek yazdığı metinlerle dikkat çekiyor. Bugüne kadar 'Merdivende Üç Şair', '50 Maddede Mutluluk' ve '50 Maddede Siyasi Cinayetler' adlı kitapları yayımlanan Tüleylioğlu bu kez Karakarga Yayınları tarafından yayımlanan 'Dünyanın Kitapları' ve 'Gerçeği söylemek' ile çıktı okurlarının karşısına.

Tüleylioğlu'nun 'Gerçeği Söylemek' adlı kitabında kimler yok ki? “Gerçeği söylemek devrimciliktir” diyen A. Gramsci. Bütün yazdıklarında özgürlük düşüncesi öne çıkan 'kendisinin efendisi' Jean Paul Sartre. 'Felsefenin babası' Thales. “Tek çıkar yol gözlerimizi kendi içimize çevirmektir” diyen Rilke. Özgürlük mücadelecisi Angela Davis. Çağdaş İran şiirinin en çok bilinen ve var olma mücadelesi veren ismi Furuğ Ferruhzad. 'Tutunamayanlar' adlı romanı için “Çok basit bir iş yapmak istedim, insanı anlatmayı düşündüm” diyen Oğuz Atay. Dünya sinemasının asi delikanlısı James Dean. Bir düelloda yaşamını yitiren Puşkin. “Yaşam boyunca gerçeğin cevherini” arayan Rad Bradbury. 'Suç ve Ceza'yı okuduğunda “Artık bir romancı olmak istiyordum” diyen Paul Auster. Dünyanın en çok okunan yazarlarından Jack London. Umudun, direncin, savaşın şairleri Miklas Radnoti, R. Desnos, N. Vaptsarov ve W. Borchert. Edebiyatımızın değerli isimleri Salah Birsel, Camus, Nâzım Hikmet, Orhan Kemal, Rıfat Ilgaz, Fakir Baykurt, Server Tanilli, Ionna Kuçuradi ile pek çok isim.

Tüleylioğlu, Bukowski’yi anlattığı 'Bir Yanardağ Kraterinde' adlı yazısında Dosteyevski’nin bir alıntısına yer veriyor: “Zorluk insanın kendisini gerçekleştirmesini sağlayan temel unsurdur.” Bu söz Tüleylioğlu’nun kitapta yer alan yazılarında anlattığı her isim için geçerlidir diyebiliriz. Umut, güç ve cesaret veren yaşamöyküleri. Umut varsa mücadele de vardır, başarı da.

Tüleylioğlu, yazdığı yazılarla, 'Gerçeği Söylemek' gerekirse okunası bir çalışmaya imza atmış. Sıkıntılar, çaresizlikler, yokluklar, yoksunluklar dolu bir yaşamda, kişiyi ayakta tutan mücadele gücünün kaynaklarına bir yolculuk bu kitap. Kendine ve düşüncelerine güvenmenin de…


-Aydın, yazar ve düşün insanlarını farklı yapan nedir?

Aydın toplumu aydınlatan, o aydınlığı yaymak için yaşam boyu çalışan, kişisel çıkarları için değil bütün toplumu ilgilendiren konular hakkında söz alan, yurt sorunlarının üzerine eğilen, araştıran, sorgulayan; sürekli toplumla iletişim halinde olan kişidir. Özgür düşünceyi, insan haklarını savunur, karşılık beklemeden çalışır. Aklın egemenliğini her türlü bağnazlığın üstünde tutar. Yazarak, konuşarak, düşünerek, üreterek kavgaya katılır. Gerçeği söyler. Halkın mutluluğunu, umutlarını çalanlarla korkusuzca savaşan kişidir.

-'Gerçeği Söylemek' adlı kitabınızda yaşamlarından kısa kesitler verdiğiniz aydın insanların, bu özellikleri onları yaşamlarında nasıl etkiledi? Gerçeği söylemenin sonuçları ülkeye göre bir değişiklik gösterdi mi?

Bu özellikleri aydın insanların yaşamlarını zorlaştırdı, kimi zaman çok ağır bedellere, kimi zaman da yaşamlarına mal oldu. Örneğin Kopernik’in evrenin dünya merkezli değil de güneş merkezli olduğu görüşünü benimseyen İtalyan filozof Giordano Bruno, bu görüşe sahip çıkmakla kalmadı evrenin sonsuz, sınırsız bir yapıya sahip olduğunu da öne sürdü. Roma’da papalığın gözetimi altında, Engizisyon mahkemesinde sorgulanıp yargılanan Bruno düşüncelerinden ödün vermedi. Sonunda “Günaha direnen, pişman olmayan, inatçı, dik kafalı bir sapkın” suçlamasıyla ölüm cezasına çarptırıldı. 1600’de Roma’da Compo di Fiori’de kitaplarıyla birlikte yakıldı. Aydın insan yeri gelince “Hayır!” demekten çekinmeyen, sinmeyen biridir. Gerçeği söylemenin sonuçları ülkeye göre değişiklik göstermez çünkü gerçek her yerde gerçektir.

-'Dünyanın Kitapları' adlı eserinizde ele aldınız. Umut nedir? Okuduğumuz kitaplar bir nevi umut işkencesi midir?


Yaşar Kemal umudu düş gücünün yarattığı ve insanoğlunun sahip olduğu en büyük değerlerden birisi sayar. Bence de öyledir. Ama egemen güçler tarih boyunca bu değeri de insanlığa karşı kullandılar. Fransız yazar Villiers de L’Isle-Adam’ın 'Umut İşkencesi' adlı öyküsü buna iyi bir örnektir. Yazar bu öyküsünde İspanya’da yaşanan bir engizisyon dehşetini konu edinir. Tiksindirici acımasızlıklarıyla, uygarlık tarihinde eşi benzeri az bulunur bir duyarsızlık derecesine ulaşan engizisyoncular, işkenceyi neredeyse güzel sanatların bir dalına dönüştürdüler. Sanık olarak bir yılı aşkın süredir her gün işkence gören bir adam, sonu gelmez işkencelerin en korkuncuna bile cesaretle göğüs gerdi, inancından dönmeyi reddetti. Bunun üzerine Engizisyon 'umut işkencesi' adını verdiği bir yöntemi devreye soktu.
Umut işkencesinin günümüzde de geçerliliğini sürdürdüğünü düşünüyorum. Okuduğumuz kitaplar ise umudun düşmanlarına karşı kaleme alınmış, umudun ta kendisidir.

-Yazılarınızı bir nevi dünden bugüne hatta geleceğe bakış, anlamaya çalışmak olarak da değerlendirebilir miyiz?

Okuyan insan düşünen insandır. Düşünen insan tüm gelişmelerin yaratıcısıdır. Kitap okuyan, okudukları üstünde düşünen, tartışan toplumlar gelişen toplumlardır. Yaşadığımız pek çok sorunun üstesinden gelmenin; demokrasiyi, insan haklarını, özgürlüğü, saygıyı, erdemi yaşamın vazgeçilmez parçası haline getirmenin yolu okur olma bilincinden geçiyor. Okumayan, düşünmeyen insanların yaşadığı bir ülkede, demokrasi yoluyla sağlıklı yönetimlere ulaşmak olanaklı görünmüyor. Bu yüzden yazılarımda kitapların, geçmişteki mücadelelerin ve bilgeliğin ışığında günümüz dünyasına baktım, insanlığın geleceği üzerine düşünmek ve düşündürmek istedim.