AKP rejimi, ülkeyi elinde kalan tek araç olan sopayla yönetmeye çalışıyor. Mezhepçi faşist rejimi inşa etmek, kurumsallaştırmak için özellikle Haziran Direnişi’nin ardından, karşı bir saldırı dalgası başlatıldı. Klasik bir sistem partisi olmanın ötesinde, ‘rejim kurucu’ bir parti olan ve 13 yıllık iktidarında ayyuka çıkmış pek çok suça bulaşmış AKP’nin, ‘olağan-demokratik’ biçimlerde iktidar koltuğunu bırakması mümkün değil. Bu tespitler yeni de değil, uzun zamandır zaten bunlar söyleniyor. Bugün, Erdoğan’ın parlamentoyu iptal edip, Anayasayı askıya alarak seçim sonuçlarını fiilen ortadan kaldırması bunu teyit ediyor.

***

Seçimin ortaya çıkardığı görece gerileme, AKP rejiminin gücü ve manevraları ile kısa zamanda bertaraf edilebildi. Bunda, kuşkusuz seçimin ardından muhalefetin seçim öncesinde AKP’ye karşı odaklanan politikasının dağılarak, ‘ülkeyi hükümetsiz bırakmama’ adına AKP’yi işaret eden politikalarının da payı var. Bu, asıl olarak bir süredir devam eden ‘normalleşme’ beklentisinin bir sonucu. Erdoğan’ı AKP rejiminin bir sapması olarak görerek, -farklı ton ve biçimlerde- AKP’nin –sınırlanarak- fabrika ayarlarına geri döndürülmesine yönelik sağ liberal bir yaklaşımın sonucu. Bu tür bir AKP rejiminin kurucu misyonunu ve mezhepçi faşist karakterini bir yana bırakarak, girilen boş beklentiler AKP’ye siyaset alanı açmaktan başka bir sonuç üretmiyor. Bu aynı zamanda giderek siyasal alanı tümüyle kuşatan bir krize de dönüşüyor. Önümüzdeki dönemde, yeni seçimle ortaya çıkacak –ve üç aşağı beş yukarı benzer bir sonucun görüldüğü- seçimde oluşacak tabloyla bu durumun değişmesi de mümkün görünmüyor.

***

AKP, ülkede ve bölgede savaş politikaları ile siyasal alanı kuşatıyor. Bu noktada ilk olarak, ABD ile imzaladığı İncirlik mutabakatı ile emperyalizmin bölge politikalarına –zoraki- eklemlendi. Uluslararası alanda yaşadığı sıkışmayı bu şekilde aşmaya çalışırken, aynı zamanda Kürt hareketine yönelik başlattığı savaşla içerideki inisiyatif alanını da genişletmeye yöneldi.

Savaş bu anlamda, salt Kür hareketinin etkinliğini kırma-milliyetçi oyları toparlamaya yönelen bir seçim politikası olmanın ötesinde, AKP rejiminin yaşanan kriz içinde ayakta kalma olarak gündeme geldi. Suriye’de ve içeride kaybettiği pozisyonu kazanarak, restorasyonun bizzat tedrici olarak hayata geçirilme yönelimi ile AKP rejimi ve Erdoğan, geçiş içinde gücünü korumaya çalışıyor. Savaşın şimdiki sonuçlarına baktığımızda, toplumdan gelen ters tepkilerle birlikte olası seçimin sonuçlarını ters çevirmeyeceği görülmekle birlikte, AKP’nin bir ‘olağanüstülük’ içinde manevra alanı açtığını söylenebilir.

***

Bu kısa zamanda yaşanan gelişmeler savaşın belirleyiciliğinde Erdoğan’ın yönetme gücünü fiilen eline aldığı koşullarda yeni bir seçime doğru gelişiyor. Bu durum, çözüm masasının yeniden kurulduğu bir evreye geçişle de ya da CHP’nin sınırlama-olağanlaştırma yönündeki beklentileriyle değişebilecek bir noktanın da çok ilerisinde artık. Karşımızdaki tablo özetle, 1) AKP rejimi –Erdoğan’ın egemenliğinde- kısmi değişim ve düzenlenmeler olsa dahi, olağan-olağanüstü yönetim biçimlerinin iç içe geçerek iktidarını sürdürmeye çalışacak. 2) Siyasi ve ekonomik tıkanmanın yarattığı kriz önümüzdeki dönem derinleşmeye devam ederek, kaotik süreçlere yol açarak ilerleyecek. 3) Emperyalizm, bölgede ve ülkemizdeki süreçlerde belirleyici güçlerden birisi olarak varlığını daha çok hissettirecek. 4) AKP rejiminin burjuva demokrasinin olağan biçimleri içinde kalarak, sınırlanması-geriletilmesi ve iktidardan düşürülmesinin artık mümkün olmadığı bir aşamaya geçilmiş durumda. 5) AKP rejiminin tüm baskısına rağmen, savaş politikalarının dahi toplumda meşruluk kazanmadığı büyük bir tepki, bugün daha pasif biçimlerde de olsa büyümeye devam ediyor.

***

Muhalefet hareketinin politikası, bu bütünlük içinde bugün sindirilmeye çalışılan tüm toplum kesimlerine bir umut ve direniş alanı yaratması acil bir görev olarak duruyor. Savaşın yarattığı basınç siyaset alanını belli ölçülerde kapatmakla birlikte, AKP rejimine karşı bir çözüm arayışını da ortaya çıkarıyor.

Yanıt verilmesi gereken temel soru da, AKP rejimini yıkacak, ülkenin devrimci-demokratik dönüşümünün yolunu açacak bir direniş çizgisinin nasıl geliştireceğidir. Bunun artık herkesin darbe-faşizm olarak tanımladığı rejimin, salt seçim-parlamento gibi olağan demokratik alanlardaki gelişmelere dayanarak değiştirilebileceğini düşünmenin gerçekçi olmadığı yaşayarak görüldü.

Mevcut denklem içerisinde olabilecekler bugün yaşananların bir devamı olacaktır. Bunun değiştirilmesi ise ancak bu dengeyi bozacak bir güçle mümkün olabilir. O yüzden bugün artık toplumun büyük kesiminin de ‘bu iş böyle olmayacak’ dediği bir noktada, sola, devrimcilere düşen sorumluluk bir yol açmaktır.(Geçenlerde bir köşe yazısında, seçim öncesinde halk AKP’nin seçimle gitmeyeceğine düşünüyordu onları seçimin önemine inandırmak için çok çaba gösterdik. Şimdi, Erdoğan’ın seçim sonuçlarına el koyduğu bir ortamda görevimiz bu seçimin iki kez daha önemli olduğunu anlatmak, minvalinde bir yazı okudum. Bu, bir yazının ötesinde yaygın da bir düşünce. Bu apaçık görülen, Erdoğan’ın gizleyip saklamadan ilan ettiği gerçekler karşısındaki bu önerilere şaşırmamak elde değil.)

Elbette AKP’ye karşı mücadele her zeminde sürdürülmeli. Ama gerçekçi olalım, AKP’yi geriletmek de yıkmak da ancak örgütlü ve birleşik bir halk hareketinin eseri olabilecektir. Tüm çağrımız ve eylemlerimiz halkın kendi dayanışma-direniş alanlarını çoğaltmaya, güçlendirmeye ve birleştirmeye yönelik olmalıdır. Bunun için şimdi bir adım ileri atmanın tam vaktidir.