Polonya’nın Katoviçe kentinde deva eden iklim konferansında son iki güne girildi. 30 bine yakın katılımcıya 100 civarında bakan da eklendi. Herkes ne kadar kritik bir toplantıda olduğumuzdan bahsediyor ancak görüşmelerin istenilen hızda gitmediği ortada. BM İklim Değişikliği 24. Taraflar Konferansı’na başkanlık eden Michal Kurtyka, salı gecesi beklenmedik bir hamleyle, Paris Anlaşması Kurallar Kitabı’yla ilgili bir değerlendirme yapıp, Çarşamba sabahı yeni bir metinle müzakerelere devam edileceğini söyledi. Gelişen ve gelişmiş ülkelerden bir grup bakana da uzlaşma ve ortak metin için danışmanlık görevi verildi. Bu yazıyı yazdığım sırada öğle saatlerine gelmiştik ama yeni metni henüz gören yok. Gelecek elbet...

Görüşmeleri yavaşlatan noktaların finans, şeffaflık, seragazı azaltımı ve ülkelerin Paris’te verdikleri yetersiz taahhütlerin iyileştirilmesiyle ilgili olduğu biliniyor. Yani, neredeyse her başlıkta sorun var. Bu kadar fazla başlıkta uzlaşma olmaması her zaman kötü haber anlamına gelmez. Bu aslında iklim zirvelerinde sıkça karşılaştığımız bir durum. Son iki günde her şey hızlanabilir veya toplantı uzayabilir. Toplantının pazar gününe sarkabileceği bile söyleniyor. Elbette riskli bir durum bu. Son güne kadar uzlaşma sağlanamazsa genelde orta yol bulunmaya çalışılıyor ve bu “orta yol çözümleri” bizi istenilen yere götürmekten uzak oluyor. Gerçek şu ki, 12 yıl içerisinde seragazı emisyonlarının yüzde 45 oranında azaltmak zorundayız ve kaybedecek bir dakikamız bile yok. Kaybettiğimiz her gün ortalama sıcaklıktaki artışı bir adım daha ileriye götürüyor. Hâlihazırda dünya 150 yıl öncesine göre 1 derece daha sıcak. 12 yıl içinde hayatımızı kökten değiştirmez, petrol, kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtları kullanmaya devam edersek geri dönülemez noktada olacağız.
Nedir o geri dönülmez nokta? Bilim insanları dünyanın bildiğimiz dünya olması için ortalama sıcaklıktaki artışın 1,5 dereceyi geçmemesi gerektiğini söylüyor. 2 derece ise politikacıların sevdiği hedef. Zararın neresinden dönersek kardır misali 2 derecenin altında kalınması hedefleniyor. Paris Anlaşması’nda verilen taahhütlere bakarsak gittiğimiz yer üç derece ve üzeri. Hâlbuki yarım derecenin bile milyonlarca canlının hayatı üzerinde büyük etkisi var. Canlı deyince sadece börtü böcekten bahsetmiyorum. İnsanların hayatı da tehlikede.

Yarım derecelik farkı örnekle anlatalım. İngiltere Meteoroloji Ofisi ve Exeter Üniversitesi’nde görev yapan iklim bilimci Prof. Richard Betts, ortalama sıcaklıktaki artışın nehir taşkınlarına etkisini incelemiş, dün burada, Katoviçe’de çalışmasını bizlerle paylaştı. Eğer sıcaklık artışını 1 derecede tutabilirsek her yıl nehir taşkınlardan etkilenen insan sayısını 54 milyonla sınırlayabileceğiz. Yarım derecelik artışa daha izin verirsek bu sayı 78 milyona çıkacak. 2 dereceye çıkarsak her yıl 97 milyon insan taşkınlardan etkilenecek. Paris Anlaşması’yla ülkelerin verdikleri taahhütleri iyileştirmez ortalama sıcaklığı 4 dereceye çıkartırsak 211 milyon insan her yıl evini, tarlasını ve belki de canını sele kaptıracak. İşte her bir yarım derecenin hayatımızı nasıl değiştireceğinin en çarpıcı örneklerinden biri.

Çözüm var. Bilimsel ve ekonomik açıdan bizi çözüme götürecek adımları atmak zor değil ama teknoloji ve ekonomi çözümde kullanılacak araçlar sadece. İklim krizinden çıkmak için tüketim toplumdan, kapitalizmden uzak yeni bir yaşam kurmamız gerektiğini herkes biliyor. Çalışma saatlerini düşürmek, nüfusu kontrol etmek, uçakla uzun seyahatleri sınırlamak gibi birçoğumuzun hoşuna gitmeyecek önlemler almak zorundayız. Karbondioksiti atmosfere bırakanlara vergi koymak yerine, Fransa’da olduğu gibi yükü işçi sınıfının omuzlarına bırakmaya kalktığınızda toplumsal isyanlara yol açabilecek bir saatli bomba var elimizde. O yüzden de birçok kuruluş Katoviçe’deki toplantıda sadece daha çok güneş paneli demiyor, beraberinde adil iş, kaynaklara herkesin hakça erişebildiği bir dünya talebinde de bulunuyor. Belki de bu yüzden 24 yıldır müzakere edilen ama sonuca gidilmeyen bir konu iklim değişikliği. Sosyal değişim olmazsa iklimin değişeceği kesin. Bu gerçekle yüzleşmeye 12 yıl kaldı.