Google Play Store
App Store

Avrupa Yeşil Mutabakatı’nı değerlendiren MMO Enerji Çalışma Grubu Başkanı Türkyılmaz, kapitalist çevrelerin sorumlu oldukları karbon salımlarını ‘düşürmek’ iddiasıyla gerçeklerin üstünü örttüğünü belirtti. Türkyılmaz “Bazı çevreci hareketlerin dile getirdiği, sermaye sözcülerinin de katıldığı Türkiye’nin Paris Sözleşmesi’ni onaylaması talebi önemlidir ancak sorunları çözecek sihirli bir anahtar değildir” dedi.

Gerçekleri gizleyerek krizi çözemezsiniz

Hazırlayan: Gökay Başcan

‘Yeşil Mutabakat kim için, ne için’ yazı dizimizin son gününde TMMOB Makina Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu Başkanı Oğuz Türkyılmaz ile konuştuk. İklim krizi, enerji dönüşümü ve Avrupa Yeşil Mutabakatı’na ilişkin sorularımızı yanıtlayan Türkyılmaz, “Sermaye kesimlerinin kârını artırmayı değil, toplumun yaşamsal enerji ihtiyacının çevreye en az zarar verecek bir yöntemle, kamusal bir hizmet olarak temini için, demokratik kalkınma programı zorunludur” dedi.

AB Komisyonu'nun, Yeşil Dönüşüm olarak da adlandırılan Yeşil Mutabakat Programı’nı nasıl değerlendiriyorsunuz? Öneri gerçekten yeşil mi?
Emperyalist-kapitalist sistemin dünyamıza egemen olan odakları bugüne değin izledikleri politikalarla doğrudan sorumlu oldukları küresel sıcaklık artışını 1,5 derece ile sınırlamaktan, karbon salımlarını hızla azaltmaktan söz eder oldular. ‘Yeşil Mutabakat’, ‘yeşil enerji’, ‘adil dönüşüm’, ‘kimseyi arkada bırakmamak’ gibi süslü, gösterişli, yanıltmaya, gerçeklerin üstünü örtmeye uygun söylemleri dillerinden düşürmemeye başladılar. Değişik ilerici sol kesimlerce yöneltilen eleştirilerin bir kaçı bile, Yeşil Mutabakat’la neden mutabık olmadığımızı açıklamaya yeterli.

Şöyle ki:

Ekosistem ve biyoçeşitliliği korumaktan söz edip, dünyada yüz milyonlarca insan açlıkla boğuşurken; AB’de petrolün yerine yakılsın diye; başka ülkelerdeki tarımsal arazilerin üretimlerinde yoğun enerji, su, gübre, makinalı tarım gerektiren endüstriyel bitki üretimine ayrılması ve açılacak bu dev plantasyonlar nedeniyle yerel halkın yerinden yurdundan edilmesi kabul edilemez.


Yoğun salımları olan demir çelik üretimi, petrokimya ve kimya tesisleri, fosil yakıt tüketen ulaşım araçları, savaş sanayisinin ve askeri birliklerin salımlarını azaltmaya yönelik kayda değer bir öngörü ve politika yok.

Çözüm alternatifi ve yeni enerji kaynağı olarak gösterilen hidrojenin, yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı olarak üretimi, henüz ticari olarak gerçekleşmediği gibi, ne zaman gerçekleşebileceği de belirsizdir. Karbon salımlarının tutulması ve depolanması; yoğun enerji tükettiği gibi, bu uygulamanın güvenli, ucuz maliyetli ve sürdürülebilir olduğunu gösterir yeterli örnekler yoktur. Karbon ticareti kötü kullanımlara açık bir ticari faaliyettir. Salımlarda net sıfır kavramı tehlikeli bir tuzaktır.

FOSİL YAKIT TÜKETİMİNİ AZALTAN POLİTİKA YOK

Türkiye’de yeşil mutabakat nasıl değerlendiriliyor?

TÜSİAD, bir grup akademisyene hazırlattığı ‘Ekonomik Göstergeler Merceğinden Yeni İklim Rejimi’ başlıklı kapsamlı çalışmada; ‘Avrupa Komisyonu’nun Avrupa Yeşil Mutabakatı Planı ile salt bir ‘çevre’ stratejisi değil, ülkemizi de yakından ilgilendiren yeni bir uluslararası ticaret sistemi ve bölümünün öngörüldüğünü tespit ediyor. Karbon kaçağını azaltmak için, sınırda karbon düzenlemesi mekanizmasıyla ticarette yeni vergiler ve tarife-dışı engeller ile örülmüş yeni bir korumacı sistemi kurgulandığı ve bu tür politikaların, ticaretinin yarısından fazlasını AB ile sürdüren Türkiye ekonomisi için çok önemli sonuçları olacağını ifade ediyor.

Sermaye kesiminin diğer bir grup araştırma ve düşünce kuruluşu da, yayınladığı bildiride şu ifadeler yer alıyor: “Yeşil Mutabakat, yalnızca bir iklim değişikliği politikası değil, aynı zamanda, AB ve ABD için, yeni bir sanayi politikası, yeni bir ticaret politikası ve dış politika çerçevesidir. AB’nin Türkiye’nin en önemli ihracat pazarı olduğu dikkate alınarak; sanayi, enerji, tarım ve ticaret politikaları yeşil enerji dönüşüm perspektifinden gözden geçirilmeli ve dönüşümde AB ile senkronize bir yol haritası çıkarılmalı ve izlenmelidir.” (IKV, SABANCI IPM (IPC), TOBB TEPAV 9.3.2021).

İktidarın, birincil enerji arzında fosil yakıtların yüzde 83,5’lik payı olduğu ülkemizde, fosil yakıt tüketimini azaltmaya yönelik kayda değer bir öngörüsü ve planı da yoktur. Siyasi iktidar ve enerji yönetimi, bugüne değin Paris Anlaşması’nı imzalamadığı gibi, salımları azaltmak amacıyla ciddi bir planlama ve çalışma yapmamıştır. Tersine fosil yakıtlı santrallara destekleri arttırma, üretilen elektriği yüksek fiyatlarla satın alma, kapasite mekanizması adı altında çalışmayan santrallara da ödeme yapma, çevre mevzuatını şirketler lehine esnekleştirme gibi toplum çıkarlarına aykırı uygulamaları sürdürmektedir. Bunlara ek olarak: 10.000 MW kurulu güçte yeni linyit santralı planlamakta, yaratacağı çevre sorunları ve oluşturduğu riskleri göz ardı ederek, teknik, ekonomik ve siyasal olarak dışa bağımlığı arttıracak olan Akkuyu NGS benzeri iki yeni NGS kurmayı öngörmektedir.

gercekleri-gizleyerek-krizi-cozemezsiniz-887768-1.

Trump’ın Paris İklim Anlaşması’ndan çıkması ve yeni başkan Biden’ın tekrar imzalaması ABD açısından yeni tartışmalara neden olmuştu. ABD’de yeşil rüzgâr ne kuvvette esiyor?
ABD’de bugün bilim insanlarının, ilerici, çevreci muhalif örgütlerin, Yeşiller’in ve Demokrat Parti’nin sol kanadı, fosil yakıt üretim ve tüketiminin yarattığı sorunlar ve iklim kriziyle mücadele konusunda halkı bilgilendirmeye, farkındalık yaratmaya çalışmaktadır. Trump yönetimi, ABD’yi Paris Anlaşması’ndan da çekmişti. Şimdi Biden yönetimi, bir tarafta Demokrat Parti’nin sol kanat temsilcilerinin, Friends of Earth, Sunrise Movement, THRIVE gibi sol ve çevreci hareketlerin soldan baskısı, diğer tarafta başta petrol, gaz tekelleri ile kömür şirketleri olmak üzere tüm özel sermaye kesimleri ve gerici Trump yandaşlarının yoğun saldırısı altında kararsız adımlar atmaya çalışmaktadır.

Biden iş başına gelince aldığı ilk kararlardan biri Paris İklim Anlaşması’na geri dönmek oldu. Açıklanan emisyonları 2030’a kadar 2005’teki düzeyin yüzde 50 altına düşürmek, 2050’de ise karbon salımlarını sıfırlamak, 2035’e kadar elektrik üretimini tamamen yenilenebilir kaynaklara dayandırmak gibi hedeflere nasıl ulaşılabileceği merak konusu. Bugüne değin attığı kararsız adımlardaki ürkek davranışları, büyük petrol ve gaz şirketlerinin, fosil yakıt lobisinin yanı sıra Cumhuriyetçi Parti’nin ve kendi partisinin tutucu üyelerinin yoğun ABD’de yeşil uygulamaların çok sınırlı olacağına işaret ediyor.

Öte yandan program; fosil yakıtlı santrallar, hidrolik çatlatma yoluyla petrol ve gaz çıkarılması gibi faaliyetlerin durdurulması gibi somut hedefler içermiyor. Tersine karbon emisyonları ile ilgili olarak sıfır emisyon, nötr karbon gibi sorunlu ifadeler kullanılmış. Bu tür terimler, karbon salımlarının sona ermesini değil, karbon salımına neden olan faaliyetlerin sürmesini ancak salımların tutularak yer altında depolanması gibi yöntemleri öngörüyor.


SERMAYENİN DEĞİL TOPLUMUN ÇIKARI

‘Demokratik Enerji Programı’ çalışmanız var. Sizce enerjide nasıl bir dönüşüm olmalı?
Bugün ülkemizde bazı çevreci hareketlerin dile getirdiği, sermaye sözcülerinin de katıldığı Türkiye’nin iklimle ilgili Paris Sözleşmesi’ni onaylaması talebi hiç kuşkusuz önemlidir ancak sorunları çözecek sihirli bir anahtar değildir. Ülkemiz, çevrenin korunmasıyla ilgili birçok sözleşmeyi imzalamadığı gibi, onaylanmışı bazı uluslararası sözleşmelerin amir hükümlerinin uygulanmadığı ve yürürlükte olmalarına karşın yok sayıldıkları da göz ardı edilmemelidir. Sermaye kesimlerinin kârını arttırmayı değil, toplumun yaşamsal enerji ihtiyacının çevreye en az zarar verecek bir yöntemle, kamusal bir hizmet olarak temini için, demokratik bir ulusal kalkınma programı oluşturulması ve uygulanması zorunludur. Böylece, kaynaklar özel sermaye gruplarını zenginleştirmek için değil, yurttaşların ve toplumun gerçek ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılacaktır. Karbon salımlarının düşürülmesi amacıyla fosil yakıt kullanımının radikal bir şekilde azaltılması için yeni bir kamusal planlama anlayışı, yapılanma/ kurumsallaşmaya ve bu kapsamda yoğun çalışmalara ihtiyaç var.

Kadim bir güneş ülkesi olan ülkemizde, yaşam güneşi eksen alınmalı. Tüm binalar, yapılar ısınma ile soğutma ihtiyaçlarını ve ısı kayıplarını asgariye indirecek; güneşten azami ölçüde yararlanmalarına imkân verecek güneş mimarisi esaslarına uygun olmalıdır. İmar planlamaları ve düzenlemelerde, kentsel yerleşimler, güneşten azami ölçüde yararlanmaya olanak verecek şekilde konumlanmalıdır.

Sanayileşme strateji ve politikalarında yoğun enerji tüketen, eski teknolojili, çevre kirliliği yaratabilen sanayi sektörleri (çimento, seramik, demir-çelik, tekstil vb.) yerine; enerji tüketimi düşük, ithalata değil üretime dayalı sektörlerin geliştirilmesine öncelik verilmelidir. Öncelikli sektörler, bu sektörlere girdi tedarik eden sektörlerle birlikte bütünlük içinde geliştirilmelidir.

Ayrıca, sanayi kuruluşlarının olağan üstü bir şekilde yoğunlaştığı, bu nedenle enerji ve altyapı yetersizliği, çevre kirliliği hini sorunların katlandığı, verimli tarımsal arazilerin yok edildiği yörelerden; Anadolu’ya doğru yönlenmesi sağlanmalı. Bölgesel eşitsizliklerin ortadan kaldırılması hedeflenmeli, yeni yatırımlarda gerekli çevresel önlemler alınarak; Sakarya-Adana hattının doğusuna ağırlık verilmelidir. Fikir babasının Prof. Doğan Kuban olduğu Dr. Serdar Şahinkaya tarafından geliştirilen söylem, eyleme dönüştürülmeli ve ‘Anadolu’ya yeniden yerleşilmelidir.’

Emperyalizmin istemleri uyarınca büyük bir yıkıma uğratılan tarım ve hayvancılık ülke genelinde ayağa kaldırılmalı, geliştirilmeli, toplumun tarım ve gıda güvenliği sağlanmalıdır.


Enerjide dışa bağımlılığın en önemli nedenlerinden biri milyonlarca aracın tükettiği yakıttır. İthal fosil yakıtlara bağımlılığın ve karbon salımlarının azaltılması için, ulaşım ve lojistik politikalarında çok ciddi değişiklikler gereklidir. Özel oto sahipliğini özendirmekten vazgeçmeli, bütün motorlu araçları elektrikli hale getirmek gibi anlamsız boş hayaller bir kenara konulmalıdır. Kent içi ulaşımda, yürüyüş ile bisiklet yollarını, raylı taşımacılığı, kentler arası ulaşım raylı sistemleri ve deniz taşımacılığını başat hale getirecek uygulamalara bir an önce yönelmek zorunludur. Üç tarafı denizlerle kaplı ülkemiz, yüzünü tekrar denizlere dönmelidir. Sahil kentlerinin semtlerini ve kent ölçeğinde kentleri birbirlerine bağlayan düzenli deniz ulaşımı hizmetleri tesis edilmelidir. Şimdi, ışıklar içinde uyumasını dilediğim Mümtaz Soysal Hoca’nın ‘‘öpülesi gemilerin’’in tekrar denizlerde süzülmesi zamanıdır.

Kamu iktisadi teşekkülleri sektör temelli olarak kurulmalıdır. Elektrik, doğalgaz, petrol üretimi, iletimi ve dağıtımı, petrol rafinerileri, temel petro kimya sanayi, su üretimi ve dağıtımı, büyük ölçekli madencilik projeleri, kamusal eğitim, kültür, sağlık ve spor tesisleri, kamusal ulaşım sistem ve şebekeleri, toplu konut, sosyal güvenlik, temel gıda ve ihtiyaç maddelerinin temini ve diğer sosyal fayda yaratan alanlarda; ‘KİT’ler zarar eder’ tekerlemesinin yarattığı kompleksten bir an önce arınılmalı ve yeni kamu oluşturulacak güçlü kamusal kuruluşlar ve yapılar sayesinde kamu mülkiyetinde olan, iyi yönetilen ve denetlenen bir sistem oluşturmalıdır.

TEMİZ HAVA İÇİN KAMUSAL PLANLAMA

Enerji üretim tesisleri kamusal bir planlama anlayışı içinde, esas olarak rüzgâr, güneş vb. yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı kurulmalıdır. Rüzgârda karasal kurulu güç potansiyelinin henüz yalnız beşte biri devreye alınmıştır. Denizlerde kurulabilecek RES’lerde ise daha yola bile çıkılmamıştır.

Arz güvenliğini sağlamak ve elektrik enerjisi fiyatlarını makul düzeyde tutabilmek için kurulu güçte ve üretimde özel sektörün payının azalması, kamunun ağırlık kazanması şarttır. Kamu elindeki santralların özelleştirilmesi derhal durdurulmalıdır. Verimli özel santrallar da kamulaştırılmalıdır. Çevreye verilen zararı asgari düzeye indirecek teknik tedbirleri almayan termik santralların faaliyetleri durdurulmalıdır. Kendi ihtiyaçlarını karşılamak üzere yurttaşların yenilenebilir kaynaklara dayalı elektrik üretim kooperatifleri kurmaları desteklenmelidir.