Önce doğalgaz müjdesiyle yeraltına ardından da Ay’a gidiyoruz müjdesiyle gökyüzüne bakmamız istendi. Üstelik bu çağrının mekânsal sembolleri de kendi başına ilginç! Niçin iktidarın gözde mekânı İstanbul’dan değil de yerleşik uygarlığın doğduğu yer olarak bilinen Göbeklitepe’den bir monolit üzerinde Göktürk alfabesiyle yazılmış bir mesaj aldık?

Fantastik vaatlerin dünyasının, mevcudun gerçek mekanları olmaması neredeyse bir kuraldır. Fantastik roman ve öyküleri hatırlayın; yeraltında ya da uzayda geçmiyorlarsa mutlaka gelecekte geçer, bir biçimde bugünün dünyasıyla aralarına mesafe koyarlar. Fanteziyi gerekli kılan tam da bu dünyanın yetersizlikleri olduğunda, geleceğin başka bir mekâna işaret etmesi kaçınılmaz hale gelir. Nitekim Göbeklitepe’den yukarı bakmamız istenen zaman aralığında, bir sorunlar yumağı haline gelmiş İstanbul’da güvenlik güçleri, Boğaziçi Üniversiteli gençlere, “yukarı değil aşağı bakın” diyordu! Dahası bugünü ve bugünün mekanını dışlayan bu tavır, ne var olandan tatmin olmayan toplum kesimlerinden, ne de var olanı reddederek kendine yer açmaya çalışan muhalefetten geliyor.

Başka dünyalara işaret eden, iktidarın kendisi! Yapılan değerlendirmelerin önemli bir bölümünde, AKP iktidarının karşı karşıya olduğumuz sorunlar karşısında, bu tür fantastik projeler ya da keşiflerle toplumu oyaladığı vurgulanıyor. Bu teşhiste, doğruysa, ortada ilginç bir durum olmadığını, klasik siyaset kurnazlığıyla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz!

Ancak belli aralıklarla faş edilen bu fantastik projelerin sadece dışarı dönük yüzünde bir kandırmaca yok. Bu projeleri imal edenlerin de yarattıkları hikâyeye inandığını düşünmek için iyi nedenler var. Öyle ya da böyle siyasal öznenin tüm diğer özneler gibi sürekli biçimde bir eksiklik halini ve boşluğu doldurma arayışında olduğunu biliyoruz. Esasen siyasal özneyi geleceğe taşıyanın bu arayış ve arayışın yarattığı heyecan olduğunu söyleyebiliriz. AKP projesi uzun sayılabilecek bir süre bu heyecanı farklı stratejiler ve arzu nesneleri üreterek canlı tutmayı başardı. Bu stratejilerin toplumsal ve mekânsal olmak üzere iki ayağı vardı. Toplumsal ayakta, gerçek demokrasinin inşası, Kürt sorunun çözümü işlemediği noktada, devletin ve milletin bekası, Feto ile mücadele iktidarı yeniden üretmenin heyecan ve enerjisini sağladı. Mekansal ayakta irili ufaklı kazananlarıyla inşaat sahası haline getirilen kentler, büyük ölçekli projeler ve son olarak da Kanalİstanbul birer arzu nesnesi olarak işe koşuldu. Ne var ki, 2019 Yerel Seçimleri çok açık biçimde iktidarın hem toplumsal hem de mekânsal alanda ürettiği heyecan ve enerjinin tükenmekte olduğunu açık biçimde gösterdi. Büyükşehirler üzerinden iktidara gelmiş bir projenin büyükşehirlerde yediği darbe sadece azımsanmayacak bir kaynaktan olmak anlamına gelmedi; aynı zamanda siyasal ve ideolojik bir yenilgi ve travmayı da iktidara yaşattı.

Travma sonrası yeniden toparlanma arayışında iktidar, hegemonyasının asli mekânı İstanbul’a bir kez daha döndü ve fantastik bir proje olarak Kanalİstanbul’u bir kez daha öne çıkarmak istedi. Ne var ki Proje beklenilen ilgiyi yaratmadığı gibi, iktidarın alışık olunmadığı bir muhalefetle de karşılaştı. İktidarın projeleri ve enerjisi biterken, pandeminin de etkisiyle ekonomik ve toplumsal sorunlar dağ gibi birikiyor. Görünen o ki bu durum karşısında iktidarın refleksi, zamansal ve mekânsal olarak ülke gerçekliğinden kopuş biçimini alıyor! Bu kopuş, iktidarı bugüne ve bu mekâna ait olmayan ve Ay’a gitmek gibi 2. el sayılabilecek fantezilere yönlendiriyor. Ancak bugünden ve bu mekândan kopan bir tek iktidar değil. Geçmişin umudu, bugünün kâbusu İstanbul’da öğrenciler, karşı karşıya kaldıkları acımasız gerçeklik karşısında, “artık bu ülkede yaşamak istemiyoruz” diyen videolar çekiyor. Yaşadıkları sorunların ağırlığı altında, başka bir yerde başka bir yaşam hayali kuracak gücü kalmamış bir anne-baba, çocuklarını bilinçli bir biçimde evden uzaklaştırıp, bu dünya ile gerçekten yollarını ayırıyor.

Geniş bir kesim yaşam için başka bir mekân arıyor, iktidar adresi gökyüzü olarak gösteriyor…