Kızılay’dan Maltepe’ye doğru yürüyorum. Nokta Durağı’nda, caddenin her iki yanında konuşlanmış bir kaç genç, stand açmışlar

Kızılay’dan Maltepe’ye doğru yürüyorum. Nokta Durağı’nda, caddenin her iki yanında konuşlanmış bir kaç genç, stand açmışlar, gelip geçene bir şeyler anlatma derdindeler. Standın üzerinde AKP gençlik kolları yazıyor. Bu AKP’liler yine ne iş çeviriyorlar diye düşünürken gençlerden biri bana da elindeki kağıtlardan uzatıyor. Kısa zamanda mesele anlaşılıyor. AKP’li gençler memleketin talan edilmiş ormanlarına bir hayli içerlemişler ve her gönüllü kişi için bir fidan dikmeyi kendilerine iş edinmişler. İlk bakışta ne kadar hoş görünüyor. Ne kadar insani, ne kadar doğacıl bir yaklaşım diye düşünüyor insan. Büyük bir ihtimal gelip geçen pek çok vatandaş da bu düşüncede. Gençler ellerindeki tek yapraklık kağıdı uzatırken;” Sizin adınıza bir fidan dikmek istiyoruz, kabul eder misiniz? diye soruyorlar. İnsanların tereddüt ettiğini görünce hemen ;” ücretsiz, bedelini biz karşılıyoruz.”  diyerek ikna etmeye çalışıyorlar. Nasıl ücretsiz diyerek düşünüyorum. Bu insanları vicdanına direkt hitap eden, doğacıl duygularını sömüren bir tür seçim propagandasından başka bir şey değil ve bildiğimiz kadarıyla AKP,  bu tür propagandaları yapmak için hazineden milyonlarca parayı kasasına aktarmakta. Dezenformasyonun daniskasına, vicdani sömürünün en çirkinine, vatandaşla dalga geçmenin en koyusuna tanık oluyorsunuz. Halkın hiç de arzu etmeden ödediği KDV, ÖTV ve benzeri dolaylı vergileri bir siyasi partinin kasasına aktaracaksın, o da yüzsüzce sizin için fidan dikiyorum, üstelik bedeva diyecek. Yani o vatandaştan gasp ettiği parayı inkar edip, büyük bir lütufta bulunduğunu söyleyecek. Hemde gözünüzün içine baka baka. Aynı zamanda sekiz yıllık iktidar döneminde ormanları ve yeşili nasıl talan  ettiğini göz ardı ederek. Sanki doğa katline neden olan binlerce kuralsız termik ve  hidroelektrik santral tesislerine lisans veren kendileri değilmiş gibi. Sanki 2B yasasının mucitleri kendileri değilmiş gibi.   

Sütten çıkmış ak kaşık pozisyonu alıp binbir dezenformasyon numarası ile gerçekleştirilmekte olan bir seçim sürecine daha girdik. Siyasi tekeller haksız hukuksuz, adil olmayan koşullarda kendilerince bir demokrasi oyununu bir kez daha sahneye koymaktalar. 

Gelinen noktada % 10 barajının altına ittikleri siyasi partilere de artık tahammülleri kalmadığı görülmektedir. Barajdan dolayı bağımsızlarla seçime giren BDP’lilere karşı saldırıları geri tepti. Ancak, kuşa çevirdikleri demokrasiyi tamamen katlederek, YSK eliyle Özgürlük ve Dayanışma Partisi’ni de seçim dışı bıraktılar. Benzer bir şekilde ESP’li bağımsız adayı ve diğerlerinide... En küçük bir bahaneyle yakaldıkları ilk fırsatı değerlendirip sosyalist muhalefeti sandık dışına atıverdiler. Başbakanın sık sık marjinal, illegal dediği bu partiler seçim sürecinde yüzünün karasını deşifre edecekti, korktular.

 Sosyalistler için sıradan bir kürsü olan seçim sandığı kürsüsünü ellerindemn almakla onları durdurabileceklerini mi sanıyorlar?

Bilmiyorlar ki sosyalistler için asıl kürsü, sokaklardır, meydanlardır, işlikler, fabrikalardır. Tarlalardır, üniversite yerleşkeleridir, varoşların çamurlu ara sokaklarıdır. Tersanelerdir, maden ocaklarıdır. Direniş bayrağının dalgalandığı her yerdir.

ÖDP’yi suya itmekle boğacaklarını sanıyorlarsa aldanıyorlar.

Bilmiyorlar ki , suya düşen değil orda kalan boğulur.

İtalyan yazar Susanna Tamaro’nun dediği gibi her sözcük bir tohumsa Özgürlük ve Dayanışma Partililer, bu coğrafyanın her karış toprağına hak sözcüğünü, adalet, hukuk, kardeşlik, özgürlük, bağımsızlık, dayanışma sözcüklerini ve devrim sözcüğünü  ekme azmi ve iredesi içinde olduklarını söylüyor; gayrısını onlar düşünsün diyorlar.

Bu süreç için bir cümle YSK hakimlerine. Onlara sorarsanız ,tıpkı Kars’taki ‘ucube ‘ diye yıkılmak istenen heykelin yıkım işini alan Firma yetkilisi gibi; “ biz sanat düşmanı değiliz, sanatı severiz, ama bu işimiz, ekmek parası..” diyerek görevlerini yaptıklarını söyleyeceklerdir. Yaptıkları işin öneminden ve ciddiyetinden söz edeceklerdir. YSK kurallarının ne kadar katı olduğundan söz edeceklerdir.

Ne derlerse desinler cümle alem gördü ki, o katı denen kurallarınız ( ve dahi uygulayanlar)  zoru görünce tavuk tersi gibi gevşeyebilmekte..

Benim nacizane önerim; “sayın hakimler, mademki siyasiler tarafından yazılmış hukuk kurallarını uyguluyorsunuz, yani denileni yapıyorsunuz, gelin o zaman kararlarınızın içine şu ibareyi koymayın; “GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ” ...

Koymayın bu cümleyi, komik oluyorsunuz çünkü. Caanım karizmanız çiziliyor, yerle yeksan oluyor...

Yine bu süreçte bir çift cümlecikte sol, demokrat cenaha, yazar, çizer aydın kesime  söylemek isterim. Hangi ülkede, hangi coğrafyada, demokrasilerin olmazsa olmazı olarak ad edilen siyasi partiler olmazsa, siyasi hareketler olmazsa, emeğin, özgür düşüncenin kürsüleri al aşağı edlir, sesleri kesilirse, orada kitaplar daha taslak halinde iken yok edilir, heykeller ucube denilerek yerle yeksan edlir. Şifrelerle işler görülür. Gemisini yürütücek kaptanlar çoğaltılır. Polis şiddeti en üst boyuta çıkar. Hrant’ın katilleri çocuk sayılırken taş atan çocuklar yetiikin muammelisi görür hapislerde çürütülür. Kadının esamesi bile okunmaz, şiddet sıradan hale gelir. YSK’nın yaptığı gibi askerlik belgesi ibraz etmeyen erkek yoldaşlarından dolayı  kadınların seçilme hakkı ellerinden alınır.  

Eyy suskunlar; susmak suça ortak olmak anlamına da gelir. Susmak, sıranın kendine gelmesini beklemek anlamına da gelir.

Gün şifreleri kırma, direnişi örgütleme günüdür. Gün susmak değil barikatlara dayanıp haykırmak günüdür.

Değil mi? ...