“Trump’ın seçilmesi özünde işçi sınıfının, yoksulların, horlananların ve aşağılananların intikamıdır. Çarpıtılmış bilinç ve seçeneksizlik koşullarında ‘Amerika’nın lanetlileri’ böyle tepki gösterebildi”

Gerger: 'Seçeneksiz kitleler Trump’ı tercih etti'

ABD Başkanlığına Donald Trump’ın seçilmesi ne anlama geliyor? Dış politikada nasıl etkileri olacak? ABD, Ortadoğu ve Türkiye dış politikası konularındaki çalışmalarıyla bilinen Haluk Gerger, bu soruları ve daha fazlasını BirGün’e yanıtladı. Gerger, Trump’ın seçilmesini; özünde, işçi sınıfının, yoksulların, horlananların ve aşağılananların tepkisi olarak yorumluyor. “Trump bir milyarder, bu bir çelişki değil mi?” diye sorduğumuzda ise Gerger, “çarpıtılmış bilinç ve seçeneksizliğin” altını çiziyor.

gerger-seceneksiz-kitleler-trump-i-tercih-etti-208252-1.

Haluk Gerger

»Donald Trump’ın seçilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Trump’ın seçilmesi, özünde, işçi sınıfının, yoksulların, dışlanmışların, horlananların, aşağılananların düzene, onun görünürdeki sahipleri sol liberallere, sosyal demokratlara, sahte devrimci küçük burjuva aydınlara, onların politik temsilcilerine ve kurumlarına bir başkaldırısıdır, onlardan intikamıdır. Bu biraz da “ABD’nin başı kapalılarının, türbanlılarının” içten içe kendi zulmünde çürüyen egemenlik sistemine kendi meşreplerince karşı çıkışıdır. New York’tan “güneş kuşağı” denen Kaliforniya’ya görece müreffeh kıyılardaki Clinton zaferine karşılık “paslı kuşak”ı da içeren iç kıta karasının Trump tercihi bir şeyler anlatmalıdır.

‘ABD’nin lanetlileri’nin protestosu

»Bir milyarder olarak Trump’ın tam da bu sistemin has adamı olması bu söylediğinizle çelişmiyor mu?
Ortada anlaşılmaz bir çelişki yoktur. Çarpıtılmış bilinç ve seçeneksizlik koşullarında, her yerdekiler gibi, “Amerika’nın lanetlileri” de öfkeleri ve umarsızlıkları içinde, tepkisel protestolarını böyle gösterebildiler ancak. Kapitalizmde sistemin krizi, çoğu zaman böyle sonuçlar doğurur. Obama seçildiğinde, “Kriz o denli büyük, öfke ve çaresizlik o denli diz boyu ki, ırkçılar Obama’ya, erkek şovenistler Bayan Clinton’a oy verdiler, reaksiyoner kınamalarını böyle gösterdiler” demiştim. Bugün de benzer bir durum ortaya çıktı. Hans Fallada’nın ünlü “Küçük Adam Ne Oldu Sana” oyunundaki gibi yaşananlar. Protestolarını ancak böyle gösterip kendi ölümcül tuzaklarına koşanlara kızmamak ve sorumluları başka yerlerde, en çok da sol’da aramak gerek.

Trump işte bu tarafa yönelirse, iç diplomasiyi aşan bir düzen içi çatışma başlar. Bunun da sonucunu bugünden hiç kimse bilemez. Tek bildiğimiz bu sürecin oldukça yıkıcı olabileceğidir. Bu da hem ABD, hem dünya için ölümcül kriz demektir.

Başkan’ın avantajları ve dezavantajları...

»Trump’ın seçilmesi dış politikayı nasıl etkileyecek sizce?
Trump’ın dış politikasının ne olacağı ABD içi dengelere bağlı ve bugün bu dengenin nasıl oluşup işleyeceğini Trump dahil kimse bilemez. ABD’de başkanın en güçlü olduğu, kendi tercihlerini en güçlü biçimde yansıtabileceği alanların başında dış politika gelir. Başka bir ifadeyle, sistem için denetimin en sorunlu olduğu alandır bu. Kabaca ve görüntüde yasama ile yürütme arasındaki bir çekişme alanı olarak ortaya çıkar bu ama aslında CIA, Dışişleri Bakanlığı, Pentagon gibi kilit bürokratik kurumlarla sermayeyi, esas olarak da finans kapitali, iş alemini kapsayan bir karar verme sürecini harekete geçirir. Buradaki durum iki biçimde ortaya çıkar. Yerleşik olandan belirli ölçülerde farklı politikalar ya da ayrı yol ve yöntemler gündemindeyse başkanın, iç diplomasi devreye girer. Sonra fazla yıkıcı olmayan bir süreç sonunda karşılıklı ödünlerle bir sonuca varılır. Anayasal yetkileri ve ulusal güvenliğe dayalı toplumsal hassasiyet ile geleneklerle birlikte isteklerinin büyük bölümünü dayatma imkânlarına sahip olduğu için burada Başkan avantajlı konumdadır.

Başkanın değişiklik projesi radikal ve düzenin yerleşik stratejik-taktik pozisyonunu aşan paradigmatik unsurlar içeriyorsa, iç diplomasi başka yöntemlerle keskinleşir, çatışmacı bir hesaplaşmaya dönüşebilir. Burada artık şiddet dahil her olasılık açıktır. Yukarıda saydığım bütün aktörlerin bütün rezerv güçleriyle devreye girecekleri böylesi bir çatışmada başkanın avantajları ve dezavantajları vardır.

»Bu avantajlar ve dezavantajlar nelerdir?
Avantajı; anayasal yetkileri, mistik başkomutan algısıyla toplumsal kesimleri seferber etme olanakları, gelenekler, vb. yanında karşısında tek bir blokun olmayışı, parçalı, dağınık hasımları üzerinde tek tek operasyon yapabilme imkânlarıdır. Dezavantajı ise, bürokratik hasımlarının engelleme, hatta sabotaj yetenekleriyle birden fazla odağın denetim altına alınmasındaki güçlüktür. Sermayenin kritik sektörleri de aleyhte devreye girerse işi daha da zora girer.

Sonuç, ya başkanın geri çekilmesi, ya bir biçimde şiddet yoluyla ya da Parlamento-Yargı müdahaleleriyle elimine edilmesi, ya da karşıtlarının biatının sağlanmasıyla belirlenir. Bunu elbette bugünden bilemeyiz ama sert bir iç savaşın yaşanabileceği olasılığı gözardı edilemez.

»Donald Trump’ı geçmiş ABD başkanlarıyla kıyaslarsak, hangi örneğe daha yakındır?
Yakın Amerikan tarihinde bunun örnekleri var. Örneğin, Roosevelt sol-liberal koalisyonu kontenjanından seçilen Truman radikal bir değişiklik yaptı dış politikada ama düzen seçkinleriyle bürokrasinin desteğini sağlayarak yapabildi bunu. Başarısını, sermayenin yapısal güdüsü olan uluslararasılaşma ihtiyacını karşılayan, ek olarak da dipte yatmakta olan ve toplumun bütün sınıflarını kapsayan bir ideolojik konsensüsü hayata geçirmesine borçluydu. Böylece büyük Soğuk Savaş saldırısını başlatabildi. Nixon-Kissinger ikilisi, Yumuşama (Detant), Çin’e açılımda ve Ortadoğu’da İsrail-Mısır odaklı uzlaşma politikalarını görece yumuşak iç diplomasiyle gerçekleştirebildiler. Reagan, bir nükleer savaşı da göze alan İkinci Soğuk Savaş saldırısını, dışarıda Thatcher İngiltere’sinin katkılarıyla, toplumu seferber ederek ve bürokratik hasımlarını biata mecbur bırakarak tatlı-sert bir yeniden düzenleme iç diplomasisi sonunda gerçekleştirdi. En önemlisi de, büyük bunalım yaşayan, içerde ve dışarda ekonomik-politik yönetim yeteneklerini yitirme riski altındaki sermayeyi de arkasına alabildi ya da önüne katıp güdebildi.

Gerçekten mazlum olanlar sahne almalı

»O halde dünyayı yine kaos dolu yıllar mı bekliyor?
Sorun, yöntemde, yani uygulamada ve kullanılacak araçların seçiminde ortaya çıkacaktır. Kriz beklentisinin kaynağı, düzen seçkinlerinin, bürokrasinin ana gövdesinin, sistemin asıl sahiplerinin ve egemen ideolojik yaklaşımın tercihleri dışına çıkılması olasılığıdır. Klasik yaklaşımın ötesinde bir gözü karalığa, gücü tasarruflu kullanmayı beceremeyen bir atılganlığa, hesapsız bir şiddet yatkınlığına, vahşi militarizmi, artık biraz da epeyi erimiş olan yumuşak güce tercih etmekteki toptancılığa eğilimli Trump işte bu tarafa yönelirse, iç diplomasiyi aşan bir düzen içi çatışma başlar. Bunun da sonucunu bugünden hiç kimse bilemez. Tek bildiğimiz bu sürecin oldukça yıkıcı olabileceğidir. Bu da hem ABD, hem dünya için ölümcül kriz demektir. İki adayın orta oyununda dünyaya bir “kırk katır mı, kırk satır mı” seçeneği sunulmaktaydı. Trump bu tahteravallide gözü dönmüş militarizmi temsil ederken, Clinton savaşçılığı masum görünmekteydi. Şimdi artık sahte “masum” yerine gerçek mazlumlar, yani halklar yer almak durumunda tarihin sahnesinde...