CEDAW (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi), Türkiye tarafından imzalanalı tam 34 yıl, şiddete karşı İstanbul Sözleşmesi yürürlüğe gireli ise 5 sene oldu. Türkiye taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde kadını güçlendirmeyi, şiddeti önlemeyi ve her türlü ayrımcılığa son vermeyi taahhüt etti anayasasının gereği de bu sözleşmeler kanun hükmünde fakat siyasi iktidar şimdilerde bu sözleşmeleri […]

Gericiler İstanbul Sözleşmesi’nden ne istiyor? AKP’nin son derece ideolojik davası

CEDAW (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi), Türkiye tarafından imzalanalı tam 34 yıl, şiddete karşı İstanbul Sözleşmesi yürürlüğe gireli ise 5 sene oldu. Türkiye taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde kadını güçlendirmeyi, şiddeti önlemeyi ve her türlü ayrımcılığa son vermeyi taahhüt etti anayasasının gereği de bu sözleşmeler kanun hükmünde fakat siyasi iktidar şimdilerde bu sözleşmeleri uygulamadığı yetmiyormuş gibi kaldırılmasını da gündeme getiriyor.

AKP’nin aile politikası ve ideoloji

Hem hükümetin hem de gerici basının hedefindeki sözleşmelere saldırının temel gerekçesi bu sözleşmelerin ‘ailenin birliği’ ya da ‘sağlam aile yapısını’ hedef aldığı. 17 yıldır iktidarda olan AKP’nin aile politikaları iki temel eksende seyrediyor. İlki ideolojik mücadele ve İslamizasyon politikası ikincisi ise kamusal alanının sil baştan dizaynını hedefleyen sosyal politikalar. İdeolojik mücadelenin kabaca ailenin yüceltilmesi, örtünmenin güzelliği, mahremiyetin kutsallığı gibi argümanlar üzerine kurulduğunu söylemek mümkün. Kadın bedenini, kimliğini, emeğini ikincil hatta yok hükmünde görmek de cabası. İdeolojik olarak ‘yok’ olan da pratikte erkeğe sunulmak/ onla birlikte anılmak/ ona hizmet etmek vb. biçimlerde ‘var’ oluyor.

Devletle muhatap olmanın ön koşulu

İkincisi ise sosyal politikalar. Kadın’ın adı önce Bakanlıktan çıkarılıyor sonra TBMM kadın erkek eşitliği komisyonları il kurullarından tasfiye ediliyor. Bu adımlarla, kadının adını devlet mekanizmasından tamamen silmek önemli bir icraat oluyor ve kaba tarifi ile devletle muhatap olmanın ön koşulu, ailenin içinden seslenmek haline getiriliyor. Şimdiler de en az İstanbul sözleşmesi kadar popüler olan nafaka hakkı tartışmalarının da- ekonomik sömürü, ucuz iş gücü vb. dışında- ana eksenini bu bakış oluşturuyor. Kamusal alanda kendi adına konuşan bağımsız kadın figürünü ortadan kaldırmaya dönük ‘fıtrat’ ‘fetva’ söylemleri ‘laikliğin tasfiyesi’ ya da sosyal politikaların inşasında hak, adalet, özgürlük, eşit temsil gibi temel kavramların izinin dahi kalmaması da aynı sürecin önemli parçaları.

Toplumsal cinsiyet eşitliği alerjisi

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kavramına alerji de gericiliğin önemli motivasyonlarından birini oluşturuyor. Bireyin cinsiyeti nedenli her hangi ile ayrımcılığa maruz kalmamasını hedefleyen eşitlik ilkesi o kadar rahatsız edici bulunuyor ki iktidara yakın STK’ler “toplumsal cinsiyet adaleti” kavramını bile piyasaya sürüyor. Son dönemde YÖK’ün Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi’ni kaldırarak yine gündeme getirdiği ardından İstanbul sözleşmesinin temel ilkesi olması nedeniyle tartışmaya açılan kavram zaten “toplumun manevi değerleri” adına köpürtülen cinsiyetçilikle uzun bir süredir hedef alınıyor. Çok eşliliğin (çok karılılık anlamındaki) yaygınlaşması, 5 yaşında çocukların zorla kapatılması, doğum politikaları, karma eğitimin sürekli olarak hedef alınması, (Japonya’dan bile ithal ettik hani) ve aklınıza gelecek başka pek çok uygulama ve söylem temelinde toplumsal cinsiyet eşitliğine olan alerjiden kaynaklanıyor.

Feminist şeytanlar zamanı!

Siyasal İslamcı iktidarın belki de kendisinden önceki iktidarlardan ayrıştığı en önemli noktalardan biri de doğrudan kadın hareketlerini ve özelde Feminist hareketi açıktan hedef almak konusunda tereddüt etmiyor oluşu. Hatırlayın, 8 Mart’ta Taksim’de adınca “ezan ıslıklayan” feministler değil miydi? Bunun altında tüm ülkeyi denetim altına almayı ama özelde kadınları yani kendi bakış açılarıyla aile kurumunun içini denetim altına almayı hedefleyen Yeni Türkiye projesinin ya da kindar ve dindar nesiller rüyasının başarısızlığa uğratılmasında en önemli mücadelenin şüphesiz kadınlar tarafından verilmiş olmasından başka bir şey yatmıyor. Bunu “Feminizm ahlâksızlıktır” diye hutbe okutulmasına varan şeytanlaştırma süreci takip ediyor.

“Biz farkında değildik ama…”

Türkiye’deki feminist hareketin birikimi ve dinsel gericilik üzerine yeterli ya da yetersiz yaptığı tüm tartışmalardan da dem vurabilirdik ama biz resme yer kürenin farklı kıtalarından bakalım dilerseniz… Ella Lamakh Ukrayna’daki feminist hareketleri anlattığı bir yazıda şöyle diyor: “Kadın hakları aktivistleri olarak, ilerlememizin karşısında duran dini gericiliğin boyutlarının farkında değildik. Bu gericilerin baskısıyla yerel hükümetlerde çalışan toplumsal cinsiyet danışmanlarının pozisyonları ellerinden alındı. Kiliselerdeki papazlar cemaatlerine toplumsal cinsiyetin, eşcinsellerin dini bütün ailelerden çocuklarını ellerinden almaları anlamına geldiğini vaaz veriyordu. Dinci örgütler de kadın sivil toplum örgütlerini taklit ederek ‘Ebeveyn Komitesi’, ‘Ailenin Korunması’ isimleriyle kendi STK’lerini kurmaya başladılar. Bu sivil toplum örgütleriyle feminizmin ailelere zarar verdiğini iddia ederek toplumsal cinsiyet karşıtı propagandaya başladılar…” Ne kadar tanıdık değil mi?

Doğu Avrupa’dan Afrika’ya Sudan’a uzanalım ya da… ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ mücadelesinin en önemli kazanımı olarak görülen CEDAW sözleşmesi bir türlü imzalamayan ve sadece bu sözleşmenin imzalanması için Sudan Kadınlar Birliği tarafından haftalarca protesto edilen 30 yıllık diktatör, Daffur Kasabı Ömer El Beşir hafızalarda hep şimdiki zavallılığı ile kalacak! Benzer hevesleri olanların sonları muhtemelen farklı olmayacak… Çünkü yerkürenin bütün sokaklarında Afrika’dan Doğu Avrupa’ya bu son derece ideolojik kavga da bizim! Bedenimiz, kimliğimiz emeğimiz bizim!