Seçimler de geçti bakalım şimdi nefret tayfa ne yapacak. Son haftalarda artık yurttaşa demediğini bırakmayan gerçek kötüler, seçim sonrasında da ağırdan nefret şova devam etmeyi tercih ettiler. Dertleri kendilerine ‘vizyonsuz, çapsız, cahil’ denmesi… Dertleri aslında en büyük kompleksleri. Kendileri her an her inandıkları şeyi terk edip, sırf menfaatleri için herkesle birlik olabilirken, daha iki gün […]

Seçimler de geçti bakalım şimdi nefret tayfa ne yapacak. Son haftalarda artık yurttaşa demediğini bırakmayan gerçek kötüler, seçim sonrasında da ağırdan nefret şova devam etmeyi tercih ettiler.

Dertleri kendilerine ‘vizyonsuz, çapsız, cahil’ denmesi… Dertleri aslında en büyük kompleksleri. Kendileri her an her inandıkları şeyi terk edip, sırf menfaatleri için herkesle birlik olabilirken, daha iki gün önce halay çektiği ‘Abbe neredesin özledim sen, gelensin bitensin bu hasrat’ diye ağlaştıkları halay arkadaşlarıyla birden menfaat çatışmasına girince aniden kandırılıp, aniden bir mendil gibi kullanılıp atılıyor.

Vah canım ya hep de mağdurlar bir de. Ondan mağduriyet, bundan mağduriyet, İstanbul havası çok nemli ondan da mağduriyet derken ne oldu, elde avuçta kalmadı. Ama haklarını vermek lazım, adaletsizlik konusunda çok adaletli oldular. Her kesime adaletsiz davrandılar. Herkesin ahını aldılar. Peşlerinden koşan yağcıları, yalakaları, yandaşları gün geldi tek harekette sattılar. Sırf hayatta kalmak için gereken ne varsa yaptılar. Gün geldi yanlarındaki dostlarının da omuzlarına basarak suda yüzmeye çalıştılar.

Herkesten nefret ettiler, bu konuda da haklarını verelim. Gün geldi bilim ödülünden nefret edildi, gün geldi portakal bıçaklandı, gün geldi Çinli yerine Koreli dövdüler, herkese kızdılar. Öğrencileri, öğretmenleri, doktorları, avukatları, mühendisleri ve aklınıza kim geliyorsa ve gelmiyorsa üzdüler. Her kesimden insanın ahını aldılar. Gün geldi kanser hastası gencecik kızın eline para sıkıştırdılar. Kızcağız gözyaşlarına boğuldu, ‘Ben dilenci değilim’ dedi. Sonra da bu dünyadan ayrıldı. Herkesi ezdiler, herkesle aralarını bozdular, hiç kimseyi sevemediler. Zaten para ve güçten başka bir şey de sevmiyorlar. Ama haklarını verelim hayatta kalma konusunda çok iyiler. Adeta orman kanunu gibi çalışıp hayatta kalmak için her şeyi yaptılar. Her kuralı, her kanunu yıktılar, her inanca ayrı düştüler. Ahlak kelimesini en çok kullanıp, en çok kullanmayan oldular. Haliyle ahlakı kullanmayan, ama kendilerine inanan, gönül verenlerin iyi niyetlerini kullandılar.

Nefret konusunda da eşitlikçi davrandılar çok şükür. Her şeyden ısrarla nefret ettiler. Haliyle o kadar nefret ektiler ki, artık toprak daha fazla nefret kabul etmemeye başladı. Bir noktada insanlar ‘Bu kadar da olmaz’ dedi. İnsanlar insanlığını hatırladı. İnsanlar haksızlığı gördü, insanlar insan olduklarını hatırladı. İnsanlar insanlığa dair her şeyin nefretle, öfkeyle, ayrıştırıcı dille, kötüleyerek, ezerek, yasaklayarak olmayacağını görüyor. Basın özgürlüğünden bahsedip basına kapalı basın toplantısı bile düzenlenebilir sonuçta… Ama olur mu, olmaz mı?

Kendi başladığı noktadan aslında kendi başladığı zamanlardaki baskıcı yöntemin çok kötü bir kopyası olabildiler ancak. Bilgiye, gençliğe, deneyime değil, sadece tek bir şeye bağlı olduklarından ilkesizce salındılar gittiler. Nereye kadar devam eder bilinmez ama bundan sonra da birden akıllanıp ‘Ya kusura bakmayın herkesten özür dileriz, çok iyi insanlar olacağız’ diyebileceklerini sanmıyorum.

Bundan sonra nefretleri daha da artacak, öfkelerini daha da yansıtacaklar ama karşılarında sevgiyi, insanlığı, gençliği ve anlayışı bulacaklar.

Zamanlar çok hızlı değişiyorken, değişime kapalı, anlayışsız, kıt görüşlü, kaba, zevksiz, sevgisiz, duygusuz, doğaya ve insana öfkeli bireylerin tarihte yeri çoktan hazırlanıyor.

İnsanlıkta ve sevgide geride kalanlar, tarihte de geride kalmaya mahkûmdur.