Türkiye geriliyor. Biri sindirilemeden diğeri patlayan kan ve ölüm haberleriyle geriliyor. Öfkenin birikmesi ya da açığa çıkması değil panik ve yılgınlığın baskınlaştığı bir ruh hali.

Sosyal medya bir tür sokağın sesi olarak kabul edilebilir. Afyon’da 25 insanın ölümüne neden olan patlamanın hemen sonrasında yazılanlara sinen duygular ve ortalığa yayılan varsayımlar yılgınlık, kaygı ve güvensizlik duygularının sokakları sardığını gösteriyordu.

İlkin, neyse PKK saldırısı değil, kazaymış benzeri tepkiler dolaşıma girdi. Ardından aslında askerler çatışmada öldürülmüşler, gece boyu helikopterlerle Afyon’a taşınmışlar, gibi varsayımlar yazılmaya başlandı.

Birine ne vicdansızlık diğerine ne akılsızlık demek mümkün. Doğru da. Ölüm, nasıl olursa olsun acı verici. Ölüm ölümü dövmez ki. Değil 25 bir insanın kazayla, çatışmada her ne nedenle olursa olsun ölümü insanın içi sızlar. Önce ölüme kahreder insan olan. Ölüm nedeni ya da şekli üzerine düşünmek ise yas süreciyle ilgilidir.

Askerlerin aslında PKK ile çatışma da öldüğü ama halkın morali bozulmasın diye bedenlerinin Afyon’a gizlice götürüldüğünü düşünmek de açıkca aptallık.

Evet ama, burada önemli olan bu vicdansız ve akılsız tepkilerin dolaşıma girebilmesi. Tek bir kişi bile olsa birilerinin bunları hissedebilmesi dahası paylaşması ve görenlerin de başkalarına iletmesi.

Toplumun bir güvenlik hissi kaygısı yaşadığının küçük gibi görünen ama çok önemli ve tehlikeli bir örneği bu durum.

Her ikisi de iktidarın olup bitenleri denetleyemediği ve kontrolü yitirmek üzere olduğu düşüncesinin filizlendiğinin emareleri.

AKP, son on yıldır giderek otoriterleşmesine rağmen toplumsal kabul görmesini ne yaptığını biliyor, bizi bu çukurdan öyle ya da böyle çıkaracak, başka kim var ki fikrine borçluydu. 1994 ve 2001 krizleriyle dibe vurmuş ve gelecek fikrini kaybetmiş bir toplumun ‘kurtarıcı’ ya sarılması, seçmen tercihlerinde önemli bir etkendi.

AKP, on yıldır önce bu adam bizi kurtaracak ardından da bu adam sayesinde ben de yırtabilir, sınıf atlayabilirim ruh halinin ekmeğini yedi. Toplumsal eşitsizlik derinleşir, eğitim, sağlık özelleşir gündelik hayat koşulları zorlaşırken bu güne kadar çektiklerinin sorumlularının hesabını düreceğim, gör bak nasıl refaha kavuşacaksın stratejisi hep iş gördü.

Oysa şimdilerde yolun sonu görünmeye başladı. Ne kadar üstü örtülmeye çalışılırsa çalışılsın ekonomik koşullar artık sadaka sistemiyle dengelenemeyecek denli ağırlaşmaya başladı. En büyük başarı gibi görünen sağlık ve eğitim, tam anlamıyla fiyaskoyla sonuçlanıyor. Genel Sağlık Sigortası’nın aslında ne olduğunu her gün hastanelerde katkı payları öderken, Sosyal Güvenlik Kurumu kısıtlamaları altında ilaçlarını artık parayla alırken anlıyor insanlar. Bu gün okullar açıldığında oluşacak kargaşa, bodrumlarda, öğretmen odasından bozma sınıflarda ağlaşacak çocuklar, günlerdir sabahlara kadar sınıfları hazırlamaya çalışmaktan helak olmuş öğretmenlerle veliler arasında çıkacak kavgalar eğitimde gelişecek yıkımın ilk örnekleri olacak.

Ve tabi sokaktaki adamın, Şemdinli’ye neden gidemiyorlar ki, oralarda gerçekten ne oluyor, nasıl olur da bize ‘dağdaki terörist’ dedikleri insanlar güpegündüz  halkla sormaz dolaş fotoğraf çektirebiliyor diye düşünürken, inşallah Şam’da namaz kılacağız böbürlenmesine söyleyecek lafı olacak.

BDP milletvekillerinin PKK’ lilerle fotoğraflarının seçmenin BDP’ye öfke duymasına neden olacağını sanmak iktidar ve medyasının en büyük hatalarından biri. O fotoğrafa ‘dindar, milliyetçi seçmenin’ tepkisi sandıkların tersine iktidara yönelik oluyor. Nasıl izin verdiniz, neden dokunulmazlıklarını kaldırıp, içeri tıkmıyorsunuz diye değil tersine bir dakika işler iktidarın anlattığı gibi değil galiba diye.

İşlerin başka bir şeye sardığının bir diğer göstergesi ise Akit/ Habervaktim ile Taraf arasında çıkan kavga. Al birini vur ötekine hali.

Kurtarıcı, kurtaramazsa ya da derdinin kurtarmak olmadığı anlaşılırsa vay haline demek dışında laf kalmaz. Galiba durumun farkında ki önüne gelenin ona ihanet ettiğinden yakınmaya başladı.