“Her kaleci ya doğuştan delidir ya da kalecilik yapa yapa delirmiştir!”

“Her kaleci ya doğuştan delidir ya da kalecilik yapa yapa delirmiştir!”

“Ahlak ve sorumluluk üzerine bildiğim her şeyi futbol sayesinde öğrendim,” demişti Cezayir asıllı filozof Albert Camus. Günümüzde Türk futbolunun içinde bulunduğu perişan duruma ne kadar da uygun! Camus, 4 Ocak 1960’da bir araba kazasında hayatını kaybettiğinde henüz 46 yaşındaydı. Gençlik yıllarında Racing Universitaire d'Alger takımının kalesini korumuş, kalecilik sanatını, “insanın hem çok yalnız hem de dayanışma içinde olduğu bir meslek” olarak tanımlamıştı. Kalecilik üzerine yazılmış bu yazı vesilesiyle onu da anmış olalım ve Albert Camus’u başka bir yazıya bırakıp, bugün muhtemelen adını hiç duymadığınız gezgin kalecinin, yeşil sahalardan geçmiş o futbol delisinin hikâyesini anlatayım.

Bu yazı, otuz senelik futbol kariyerinde 15’i profesyonel olmak üzere 29 takımın kalesini 771 maçta korumuş gerçek bir futbol delisine...

 ***
3 Aralık 1951’de İngiltere’nin Workington kasabasında dünyaya gelmiş, “Budgie” lakaplı kaleci. Yoksulluk içinde geçen çocukluk günlerinden aklında kalan, 18. yüzyıldan kalma o harabe evmiş. Sıcak suyu ve banyosu olmayan o evde geçmiş ilk yılları. “38 Concrete Terrace (evin adresi!) hayata dair çok şey öğretti” diyor unutulmaz kaleci.

Cumbria bölgesinin maden ocakları ile ünlü kasabasının yerel takımının kalesini korumaya başladığında henüz 15 yaşındaymış. 1969 senesinde ilk lig maçına çıkarken, 1971’de Blackpool takımına transfer olmuş. O senenin Haziran ayında Anglo-Italian kupasını kazanan takımın kalesini korumuş. Üç direk arasında yıldızı parlamaya başladığında, 1975 senesinde 75 bin Sterlin karşılığında Aston Villa’ya transfer olmuş. Onun takıma katılmasını sağlayan hocası Ron Saunders ile birlikte İngiltere Lig Kupasını kazanmış. Ancak ilerleyen zamanlarda, kaleyi Jimmy Rimmer’a kaptırınca soluğu önce Southend United takımında, sonrasında 1977 senesinde güney Londra’nın köklü Crystal Palace takımında almış. Onun Palace’a gelmesini sağlayan teknik direktörü Terry Venables, iki sezon sonra bu kez batı Londra’nın Queens Park Rangers takımına transfer etmiş. 1982 senesinde oynanan Federasyon Kupası finalinde Peter Hucker’in yedeği olarak kulübede oturmuş.

O senenin yazında, kariyerindeki yedinci takım olan Wolverhampton’a transfer olurken, sezon sonunda 1. lige terfi eden takımıyla şampiyonluk sevinci yaşamış. Ancak bir sezon sonra, Wolves küme düşerken, bu kez soluğu Sheffield United’da almış.

Diğerlerine nisbeten bu kez uzun sürmüş yeni takımıyla beraberliği. Üç sezon Sheffield takımının kalesini koruduktan sonra, bu kez İngiltere’nin güneyine Southampton’a, iki sezon sonra da Newcastle United’a transfer olmuş. Zaman içinde İngiltere toprakları kesmemiş olacak ki, bir zaman sonra bu kez İskoçya’ya Hibernian takımına transfer olmuş ve İskoçya Kupasını kazanmış. 1993 senesinde, teknik direktörlüğünü Kevin Keegan’ın yaptığı Newcastle United ile yolları ikinci kez kesişirken, aynı sene İskoçya’nın Dunfermline Athletic takımına geçiş yapmış. 1993–1997 seneleri arasında 14 takımın kalesinde görev yapan kaleciyi, yediği her gol sonrası “You will be gone in the morning!” (Yarın sabah takımdan kovulmuş olacaksın!) tezahüratları ile karşılarmış rakip takım taraftarları.

Kimler yokmuş ki o takımlar arasında, Scarborough, Lincoln, Aberdeen, Dumbarton, Falkirk, Manchester City, Notts County ve diğerleri…

Ama en mutlu zamanlarının Crystal Palace’da geçtiğini söylüyor seyyah kaleci. Ve 1978–1979 sezonunda 2. lig şampiyonluğu yaşadığı güney Londra takımını asla unutamayacağını da ekliyor...

40 yaşını geçmesine rağmen futbolu bırakmamakta direnen gezgin, 1995 senesinde Manchester City’nin kalesini koruduğu zamanlarda, 43 yaşında Premier Lig’in en yaşlı futbolcusu ünvanını yakalamış. Futbol kariyerini, 1997 senesinde bir amatör takım olan Blyth Spartans’da noktaladığında 46 yaşına basmak üzereymiş yaşlı kaleci. “Artık bırak, yoksa bastonla sahaya çıkmak zorunda kalacaksın!’’ diye takılıyormuş takım arkadaşları...

***

Geçtiğimiz günlerde yayınlanan biyografisinde, (Budgie: The Autobiography of Goalkeeping Legend John Burridge) kaleciliği bıraktığı gün intihar etmeyi denediğini, sonrasında gözünü açtığı hastanede doktorların “manik depresif” teşhisi koyduklarını ve uzun süre tedavi gördüğünü açıklıyor unutulmaz kaleci. Futboldan koptuğu günün, hayatının en kötü günü olduğunu; futbolsuz bir yaşamı kabullenmenin çok zor olduğunu anlatıyor.

Bir maçta, takımının attığı gol sonrasında tribünleri dolduranların şaşkın bakışlarına aldırmaksızın sevinçten uzun süre kale direğinin üzerinde oturduğunu, başka bir maçta Arsenal karşısında ilk 11’de yer almayacağını öğrendiği zaman hocası Kevin Keegan’ın önünde çocuk gibi ağlayışını unutamıyor.

1984 senesinde kendisine imza attırmak isteyen Derby County teknik direktörü Arthur Cox’’un odasının açık penceresinden atlayıp kaçtığını, Cox’un elindeki çay demliğiyle sokakta kendisini uzun süre kovalayışını unutamadığını da ekliyor yaşanmış komik hikâyelerinin arasına.

Günümüz futbolcularının at yarışı, golf, bilardo gibi hobileri bulunduğunu; kendisinin ise tek hobisinin kalecilik olduğunu; uykusunda bile kalecilik yaptığını; bu yüzden çevresinde “deli” olarak tanındığını ama aldırmadığını söylüyor. İngiliz futbol tarihinde, maçlarda eldiven giyen ilk kaleci olduğunu, bu fikri Alman kaleci Sepp Maire’den aldığını, sonrasında zamanın önemli kalecileri Pat Jennings ve Peter Shilton’un kendisine eldiven siparişi verdiğini anlatıyor.

Günümüzde televizyon kanallarında yorumculuk yapıyor John Burridge. Dünyaya bir daha gelse, yine kaleci olmak isteyeceğini söylüyor her fırsatta! Onun hikâyesi, Ada futbolunda çok bilinen o klişeyi doğruluyor gibi sanki: “Her kaleci ya doğuştan delidir ya da kalecilik yapa yapa delirmiştir!”