Altıncı yılında hala orada, Gezi’deyiz, altıncı yılında hala, Gezi burada. Gezi biziz, biz Gezi’yiz. “Üç ağaç için” mi, evet tam olarak öyle. Birileri ülkenin üzerine beton dökmeye kalkışınca, birileri de ağaçlara bedenini siper etmeyi seçti, bu kaçınılmazdı. O üç ağaç bütün bir ülkeydi, bütün bir ülke o üç ağaçtı. Mesele diri diri gömülmek ve üzerine […]

Altıncı yılında hala orada, Gezi’deyiz, altıncı yılında hala, Gezi burada. Gezi biziz, biz Gezi’yiz.

“Üç ağaç için” mi, evet tam olarak öyle.

Birileri ülkenin üzerine beton dökmeye kalkışınca, birileri de ağaçlara bedenini siper etmeyi seçti, bu kaçınılmazdı.

O üç ağaç bütün bir ülkeydi, bütün bir ülke o üç ağaçtı. Mesele diri diri gömülmek ve üzerine beton dökülmek istenen memlekete sahip çıkılıp çıkılmayacağı meselesiydi, gencecik ölümler pahasına sahip çıkıldı.

Gezi usulca, sakince, zarifçe ama inançla, ama inatla “burası bizi öldürmek isteyenlerin değil, bizim ülkemiz” demekti, günlerce ve haftalarca öyle denildi.

Sokaklar biliyor bunu, meydanlar biliyor, denizler ve ağaçlar biliyor. Duyuldu çünkü.

Gezi bir haysiyet kalkışmasıydı. “Bizi rezil bir geleceğin kölesi sandılar” dedikten sonra “ama yanıldılar” diye fısıldamaktı.

Halk, kalabalığın ötesindedir, halkın halk olduğu anlar vardır, zamanı askıya alır, tarihe hükmünü verir, halk olursunuz. Gezi halk olmaktı.

Haysiyetin olmadığı yerde halk da yoktur, Gezi’de insanlar haysiyetsizliği karşılarına alma cesaretini gösterdiler, el ele tutuştular, halk oldular.

Gezi, “düşlerinde özgür dünya” olan çocukların, bu coğrafyaya giydirilmek istenen deli gömleğine yekten itirazıydı. Aydınlanma, dayanışma, akıl, bilim, bizi biz yapan ne varsa, karanlığın sevmediği ne varsa, hepsine delikanlı bir Ali İsmail gülümseyişle meydan okumaktı.

Gezi, kimileri için ise her gece görülen bir kâbus, defedilmeye çalışılan bir karabasandı. O kâbusun, o karabasanın korkusuyla, küçücük bir çocuğun ölü bedeninin üzerinde tepinmek, annesini meydanlarda yuhalatmak demekti, işe yaradı mı peki, dikkatlice bakın, Berkin’i hatırlayın, yaramadığını göreceksiniz.

Gezi Ethem’di, Ahmet’ti, Medeni’ydi, Mehmet’ti, Hasan Ferit’ti, Abdullah Cömert’ti.

Gezi “şimdi senin uzanıp yattığın otlarda/yarın yeni bir yeşillik büyüyecek” dizeleriyle andığımız o güzel kardeşlerimiz, o güzel arkadaşlarımızdı.

Biz tarihe tanıklık etmedik Gezi’de, bizzat öznesiydik tarihin, kendi ellerimizle tarih yazdık.

Sadece burada değil, insan olmakta ısrar edilen bütün coğrafyalarda ve bütün zamanlarda dilden dile anlatılacak bir hikâyenin hem yazıcıları hem kahramanları olduk.

Kaderimizi elimize almak istedik, günler haftalar boyunca da aldık. Sokakları, parkları, meydanları, şehirleri zapt ettik, memleketi bizim kıldık, yuyup yıkadık , güzelleştirdik ve kendimize armağan ettik.

Gezi geçmişte kalmadı, çünkü Gezi geleceğe ait. Tam da bu yüzden geçmişin, bugünün ve geleceğin aynı andalığı demek Gezi. Dün Gezi’deydik, bugün Gezi’deyiz ve yarın Gezi’de olacağız.

İnsan olmaya, güzel olmaya, direnmeye, dayanışmaya, aşka, emeğe, hayata dair ne varsa, onun bu topraklardaki adını Gezi koyduk, artık hep öyle kalacak.