Gezi Davası tutuklusu Çiğdem Mater, vicdani reddin önemli isimlerinden Uğur Yorulmaz’ın yaşamını yitirmesinin ardından yazdı.

Gezi Davası tutuklusu Çiğdem Mater, vicdani retçi Uğur Yorulmaz’ın ardından yazdı

Gezi Davası’nda 18 yıl hapse mahkum edilerek tutuklanan yapımcı Çiğdem Mater, arkadaşı olan vicdani retçi Uğur Yorulmaz’ın ölümünün ardından bir yazı kaleme aldı.

Yorulmaz ile arkadaşlıklarını ve vicdani retçi olmasına dair bazı anılarını yazan Mater, “Uğur, çok özel bir adamdın be. İyi ki tanıştık, iyi ki aynı sofraları paylaştık” dedi.

Mater’in, “Uğur Yorulmaz’ın ardından” başlığı ile Bianet’te yayımlanan yazısı şöyle:

Hayatta askere gitmeyi, eline silah almayı, birilerini öldürmeyi reddeden insanlar olduğunu ilk ne zaman duydum, anımsamıyorum. Ama şundan eminim, vicdani reddi öğrendiğimde, retçilerin bir ömür sürecek bir sivil ölümü göze aldıklarını, hapislerden sürgünlere zor bir hayat yaşadıklarını bilmiyordum.

Bunu anlamak için üniversiteye başlamam ve o sırada reddini açıkladığı için Eskişehir Hava Üs Komutanlığı’ndaki hapishanede tutulan Ossi’nin (Osman Murat Ülke) arkadaşları ile tanışmam gerekecekti. Üs komutanlığının önündeki kalabalık olmayan ama çok inatçı eylemlerimiz hala zihnimde.

Vicdani reddini açıklamak 1990’lı yılların o ateş almış ortamında hiç ama hiç kolay iş değildi. Değil askere gitmemek, askerlikle ilgili negatif bir cümle bile kendinizi hapiste bulmanıza yetiyordu ki, kamusal alana çıkıp “askerlik yapmayacağım” diyenleri siz düşünün.

Toplumsal hayattan men ediliyordunuz, hiçbir resmi kurumla işiniz olamıyordu, otelde bile kalamıyordunuz. Dönemsel tutuklamalar ve hapishane çıkışı zorla kışlaya sevkler de cabası. Bir kısmını tanıdığım, bir kısmını uzaktan takip ettiğim Türkiye vicdani ret hareketi, tam da bu yüzden hep çok hayranlıkla ve saygıyla izlediğim bir grup insandı.

2000’li yılların başında henüz gazetecilik yaparken bir vicdani ret haberi için harekete geçtim. Adını bildiğim ama hikayesini bilmediğim Uğur Yorulmaz ile işte böyle tanıştım.

Yolumuz zaten sevgilimin askeri lisenin hazırlık sınıfından beri çok yakın arkadaşı olarak kesişecekmiş meğer, ama ilk karşılaşmamız oydu.

Uğur kocaman bir adamdı, gerçekten çok kocamandı. O kocamanlığıyla müthiş bir tezat oluşturan çok çocuk bir yüzü vardı, hep yaramazlık yapmaya hazır... Hikayesi hep film olmalı diye düşündüm yirmi küsur yıldır, tam bir Türkiye öyküsü olduğundan.

10’lu yaşlarının daha başında muhtemelen daha askerlik nedir bilmeden kendini Heybeliada’daki Deniz Lisesi’nde bulan cin gibi bir oğlan çocuğu (laf olsun diye “cin gibi” demiyorum. Bugün sıkça kullandığınız pek çok internet sitesinin onun elinden çıkmış olması mümkün).

MURAT UTKU VE UĞUR YORULMAZ

Sevgilimin de dahil olduğu bu bir grup “cin gibi” oğlan çocuğu, okulun bir aşamasında ciddi ciddi asker olacaklarını fark ediyorlar. Askeri lisedeyken okuldan ayrılanlar oluyor. Oradan ayrılmak daha kolay, tazminatını ödeyip ailesini ikna eden bavulunu alıp gidiyor.

Ama harp okulu öyle değil, oradan öyle lisedeki gibi kolayca ayrılıp gidemiyorsun. Çünkü yeminli askersin, kanuni yükümlülükler altına girmişsin, lisedekinden farklı olarak artık tam bir “asker” statüsündesin. Harp Okulu’ndan ayrılmak için kendini “attırman” lazım. Hem de ayrıldıktan sonra dev bir tazminat ödemek zorundasın.

Uğur ne yapıyor, ne ediyor, kendini askeri okuldan attırıyor. Kendinden sonrakilere de yol açmış oluyor. “Harp Okulu’ndan ayrılmak mümkün”müş diyen sınıf arkadaşları, başka “cin gibi oğlanlar” da ayrılıp gidiyor oradan çeşitli zamanlarda.

Uğur ile tanıştığımda haliyle ilk sorum bu olmuştu; insan askeri okulda okuyup nasıl vicdani retçi olur?

Tünel’de bugün artık olmayan bir kafeteryanın üst katında oturuyorduk. Büyük çakır gözlerini açtı, şaşkın şaşkın bana baktı, kocaman ellerini kollarını sallaya sallaya “İnsan zaten asıl askeri okulda okuyunca retçi olur” dedi, “Askerliğin ne demek olduğunu o kadar iyi biliyorum ki, reddetmekten daha doğru bir şey olamazdı”.

Uğur vicdani ret nedeniyle, tıpkı 1990’lı ve 2000’li yılların diğer retçileri gibi çok ama çok zor günler geçirdi. Gündelik hayatı bile sürdürmek zordu retçiler için, Uğur için de.

Müthiş bir bilgisayarcı olduğu ve neyse ki işini her yerde yapabileceği için en azından ekonomik olarak hayatını idame ettirmesi zor olmadı.

Hastalık haberini bir yıl kadar önce aldık. Ben konduramadım. Uğur kanser için çok kocamandı. Gerçekten konduramadım.

Hastanedeydi. Ben kalabalık mahkemelerdeydim. Covid bulaştırırım diye korktum, ziyaretine gidemedim. Sonra tutuklandım. Bir gün kötü haberin geleceğini bile bile her gün sordum. Geçen Çarşamba aldım kötü haberi.

Annesinin, Tuğçe’nin, İnci’nin, Murat’ın, Neslihan’ın acılarını paylaşıyorum.

Deniz Lisesi’nden 8000’lerin, Türkiye Vicdani Ret Hareketi ve savaş karşıtı hareketin başı sağ olsun.

Uğur, çok özel bir adamdın be. İyi ki tanıştık, iyi ki aynı sofraları paylaştık. Ayvalık’ın, Cunda’nın güneşi doğsun, batsın üzerine.