Google Play Store
App Store

Müzik dünyası, en karanlık dönemlerinden birini yaşıyor. Müzik tarihçisi Murat Meriç, “Gezi Direnişi’nin bayrağı şarkılardı ve iktidar, sonrasında şarkılara, müziğe savaş açtı. Zaten sevmiyorlardı, hepten uzaklaştılar” dedi.

Gezi’den bugüne müziğe düşmanlar
Murat Meriç. (Fotoğraf: Bradley Secker)

Işıl ÇALIŞKAN

AKP, iktidarda kaldığı süre boyunca kültür sanata yönelik düşmanca politikalarla gündeme geldi. Müzik dünyası da bundan fazlasıyla nasibini aldı. Sansür, yasaklar, gözaltılar birbirini kovaladı. Müzik tarihçisi Murat Meriç, bilhassa son 10 yılının, zor tamir edilecek ağır hasarlara sebep olduğunu ifade ediyor. Yapılması gerekenin ise vakit kaybetmeden örgütlenmek olduğuna işaret eden Meriç, “Hâlâ neyi bekliyoruz, anlamıyorum ama çok kısa bir sürede örgütlenmek, yan yana durmak, direnmek gerekiyor. Bunu yaparsak inşa süreci daha da hızlanır, kolaylaşır” diyor.

Müzik tarihçisi Murat Meriç ile 22 yıllık süreci konuştuk.

Pandemi, ekonomik kriz, deprem… Son dönemde “başımıza daha ne gelebilir ki” diye düşündüğümüz zamanlardayız ülkece. Öncesi de pek parlak sayılmazdı gerçi. Sanatçılar da bu rüzgarda savruluyor. Seçime neredeyse 1 buçuk ay kaldı. Sizce sanatçıların akıbeti için umut var mı?
Umut her zaman var. Şu ara biraz daha dertli, en azından müzik sektöründekiler hepten sıkışmış durumda ama bu, umudun tükendiği anlamına gelmemeli. İnandığımız sürece bir şeyleri başarabiliriz. Seçim sonrasında iktidar değişirse, her şey istediğimiz gibi ya da hayal ettiğimiz şekilde ilerlerse en azından sanatçıların savrulması duracak, dengelenecek, biraz daha özgür bir ortam oluşacak. Aslında olması gereken bu ama yazık ki uzun süredir hayalden öte geçemiyor.

2013 DÖNÜM NOKTASI OLDU

22 yıllık süreçte en çok yara alan alanlardan biri kuşkusuz ki müzik dünyası oldu. Konser, festival yasakları, baskıların yanı sıra çok sayıda kurum bu süreçten etkilendi. 22 yıla şöyle bir baktığınızda ne görüyorsunuz müziğe dair?
Korkunç bir dönem geçirdik. Bilhassa bunun son 10 yılı, zor tamir edilecek ağır hasarlara sebep oldu. 2013, bu anlamda bir dönüm noktası. Gezi Direnişi’nin bayrağı şarkılardı ve iktidar, sonrasında şarkılara, müziğe savaş açtı. Zaten sevmiyorlardı, hepten uzaklaştılar. Pandemi, bu savaşta son darbeyi indirdikleri dönem. Tedbirler çerçevesinde mekânlarda belli bir saatten sonra müzik çalınması yasaklanmıştı; bütün tedbirler ortadan kalktı ama müzik hâlâ yasak. Grup Yorum konser veremiyor, Kürtçe söylediği için Aynur’un konserleri iptal ediliyor, Teneke Trampet şarkıları radyolarda çalmıyor, Redd festivallere çağırılmıyor, festivaller zaten yasaklanıyor… Böyle onlarca ve hatta yüzlerce örnek verebilirim. Baskı artmış durumda ve bu, insanları hem maddi hem manevi anlamda zorluyor. Müzik sektörünün yaşadığı en kötü dönem belki de bu.

ÇOĞU KEYFİ YASAKLAR

Türkiye’de müzik tarihi açısından bu zamanlar nasıl hatırlanacak?

Karanlık zamanlar olarak hatırlanacak… Geriye dönüp baktığımızda tutuklanan, kovuşturmaya uğrayan, konserleri yasaklanan isimlerle karşılaşıyoruz. Üstelik bunların çoğu keyfi yasaklar. Bir “yetkili” istemiyor ve konser yasaklanıyor. Sebepleri de türlü türlü: Kimi şarkılara takılıyor, kimi kıyafete. Neresinden tutarsanız tutun, elinizde kalıyor. Daha kötü dönemler oldu belki ama bu, hepsinden farklı. Darbelerin sonrasında yaşananlar, özellikle 12 Eylül’ü takiben şahit olduklarımız, tarihin en karanlık yılları olarak anılırdı; bu dönem en az onlar kadar korkunç.

Müzik eğitimi konusunda nereden nereye geldik?
Yerimizde sayıyoruz. Hatta gerilediğimiz bile söylenebilir. Eskiden eğitim yoktu ya da yetersizdi, şimdi hiç yok. Bir dönem, yok hâliyle bile en azından nota okumayı, blok flüt çalmayı öğreniyorduk. Bunu iyi bir şey olarak söylemiyorum elbette ama müziğe aşinaydık. Bugün, pek çok okulda müzik dersi bile yok. Onun yerine seçmeli din dersi okutuluyor. Konservatuvarlar bir şekilde eğitime devam ediyor elbette ama belli başlı olanları saymazsak onların da tuhaf bir evrim geçirdiğini söyleyebiliriz. Şu net: İktidarın belirlediği müfredat okutulduğu sürece bir adım öteye gidemeyiz.

Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası mesela… Şu anki faaliyetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın ya da devlete bağlı diğer senfoni orkestralarının faaliyeti de iktidarca belirleniyor. Konser programlarına baktığımızda, 15 Temmuz Senfonisi gibi “eser”lerle karşılaşıyoruz. Bunlar kendilerine programlarda hızla yer buluyor. Bir şekilde eski Türkiye’ye en yakın kurum bu ama o da yolundan saptı ya da daha doğru bir deyişle saptırıldı.

Yaşananan baskıların müzik üretimlerine nasıl etkisi oldu?
Üretim arttı ama bu, parlak bir duruma işaret etmiyor. İçinde bulunduğumuz dönemin en büyük sorunu otosansür. İktidar sansürlüyor çünkü. Müzisyenler, başlarına bir şey gelmesin diye, sakin ve suya sabuna dokunmayan şarkılar yapıyor. Bunu söylerken, elbette sözünü sakınmayan isimleri tenzih ediyorum. Neyse ki onlar var, dönemin kaydını tutuyorlar ve şarkılarla tarih yazıyorlar. İleride onların şarkıları, dönemi anlamak isteyenlere yol gösterecek. Bunların dışında kalanlar, seslerini bizzat boğanlar, üç kuruş uğruna “saray”a yanaşanlar, suya sabuna dokunmadan hiçbir şey yokmuş gibi yaşayanlar ise tarihin tozlu sayfalarında kalacak. Hep böyle oldu bu.

UNUTMAMAK İÇİN YAŞIYORUZ

Günümüzde yaşananları en iyi anlatan şarkı hangisi sizce?

Bir Adamlar şarkısı geliyor aklıma, “Utanmazsan Unutmam”. Sözleri günümüzle örtüşüyor -ki bugünün grubu, bugünün şarkısını yazmış: “Ömrümüzün en güzel yıllarına patlayanın / Ne evinde ayna var ne içinde bir yürek / Gençliği haybeye yenmiş yorgun ve yalnız nesil / Birbirini buldukça düşmedi, düşmeyecek…” Hele nakarattaki “Utan, utanmayan insan olur mu lan / Altın bir madalyon gibi taşınmalı vicdan” kısmı… Şarkıda da söylendiği gibi unutmamak, unutturmamak için yaşıyoruz. En azından benim bütün çabam bu yönde.

Tüm bu tahribat nasıl tekrar inşa edilir peki?
Dayanışmayla. Şüphesiz umudumuzu kaybetmememiz ve düzeleceğine, toparlanacağına inanmamız gerekiyor. En önemlisi bu. Neler neler geçti, bu da geçecek elbette. Geçmesi için çalışmalı, yan yana gelmeliyiz. Asıl yapmamız gereken şey, örgütlenmek. Yan yana durduğumuzda yıkılmadığımızı gördük. Hâlâ neyi bekliyoruz, anlamıyorum ama çok kısa bir sürede örgütlenmek, yan yana durmak, direnmek gerekiyor. Bunu yaparsak inşa süreci daha da hızlanır, kolaylaşır.

Nasıl bir kültür sanat iklimi hayal ediyorsunuz?
Özgür ve yasaksız. Tek isteğim bu. Yıllardır radyo programlarımı aynı temenniyle bitiriyorum; burada da tekrarlamış ve yazılı olarak da kayda geçirmiş olayım: Barış tez zamanda gelsin ve şarkılarımızı, türkülerimizi yasaksız günlerde ve kalabalık alanlarda hep bir ağızdan, omuz omuza, dayanışmayla söyleyelim. Bunu yapabildiğimiz gün eşiği geçecek, o hayali kurduğumuz güzel günlere doğru büyük bir adım atmış olacağız.