Gezi, yalnızca bu topraklarda değil, buradan çok uzaklarda yaşayanların belleklerinde de silinmez izler bıraktı. İspanya’nın tarihi kenti Segovia’da bulunan, Roma’dan kalma görkemli su kemeri altında sohbet ettiğimiz yabancı gazeteciler de mesleki tanıklıklarının en önemli olayı olarak anlatıyorlar Gezi’yi.

Gezi, yalnızca onu var edenlerin ve bir başka dünyanın mümkün olduğu inancıyla ona katılanların değil, aynı zamanda onu ezmek için uğraşanların da unutamadığı günlerin adı.

“Ensar” ne hatırlatıyorsa bu memleketin ortalama insanına, Gezi tam tersini hatırlatıyor!

Belki biraz da o nedenle, cumhurbaşkanı olarak bütün vatandaşları kucaklayıp bütünleştirmesi gereken Erdoğan, AKP Genel Başkanı olarak Ensar Vakfı Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, 15 Temmuz ile Gezi’yi birbirlerinin karşısına koyarak “15 Temmuz gecesi oraya gelenler Gezi Parkı’nın gençleri değildi” dedi.

Bu ülkenin muhalifleri ve dünyanın bir başka dünya düşleyenleri için Gezi “sevimli bir hayaletti”, iktidar sahipleri içinse “ürkütücü bir hayalet”.

Gezi Parkı’nın merdivenlerine, ihtiyacı olanların alıp kullanması için ellerinde ne varsa getirip koyanların yarattıkları “orada her şey bedava” ortamıydı asıl ürkütücü olan. İnsanların kendinde fazla olanı ihtiyacı olanla parayı aradan çıkararak paylaşmasıydı, altında mutlaka bir bit yeniği aranan.

15 Temmuz’da, insanlar on yıllardır devleti içten fethedenlerin darbe girişimine karşı devletin en üstünden gelen bir çağrıyla sokağa çıkarken; Gezi’de, yıllardır “apolitik” diye damgalanan gençler hiçbir çağrı almadan ve herkesi şaşırtarak sokaklara dökülmüşlerdi.

“Farklılıkların saygıyla el ele tutuşabildiği, dayanışmaya engel olmadığı, herkesin bir diğerinin açığını yakalamak için değil açığını kapamak için çırpındığı, özgürlükçü, paylaşımcı, dayanışmacı, ekolojist bir anlayışa sarılarak” var ettiler Gezi’yi.

Kendilerine yönelik düşmanca ve nobran dilin karşısına hicvin muhalif dilini çıkararak farklarını ortaya koydular.

“Kürdün, Türkün, Alevinin, LGBTİ bireylerin, sosyalistin, sosyal demokratın, yağma ve sömürü düzenine karşı çıkan Müslümanın birlikte özgür ve eşit bir hayat kurabileceklerine; hangimize dokunsalar ‘Kardeşime dokunma’ diye haykırabileceğimize olan inancımız pekişti!” Gezi’de.

Devrimci sosyalist gençlerin koruyucu çemberi içinde kılınan namazlarda, anti-kapitalist Müslümanlarca kurulan yeryüzü sofralarında sola dönük kara propagandaların en büyüklerinden biri buruşturulup atıldı.

“Üst akıl” 15 Temmuz’la Gezi’yi hasımlaştırmaya çalıştırdığından, birinin şehitleri devletçe her gün anılır ve isimleri bir yerlere verilirken; Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Medeni Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan ve Berkin Elvan gibi isimleri sadece gömdü devlet!

15 Temmuz’un katlettiklerinin davaları sanıklar azarlanarak hızla yürürken, Gezi’de katledilenlerin davaları sanıklar kollanarak adil bir yargılamanın epey uzağında ilerliyor. İktidar Gezi’den teröristler ve terör örgütü çıkarmaya çalıştı ama şimdi Gezicilere saldıranlar da iktidarı devirmeye çalışmış bir terör örgütünün üyeleri olarak yargılanıyor!

“Farklılıkların saygıyla el ele tutuşabildiği, dayanışmaya engel olmadığı, herkesin bir diğerinin açığını yakalamak için değil açığını kapamak için çırpındığı, özgürlükçü, paylaşımcı, dayanışmacı, ekolojist bir anlayışa” sarılan Gezi, tam da aynı anlayışla Hayır kampanyasında da gösterdi kendisini.

Hayır da, Gezi’den öğrenerek, çok farklı toplumsal kesimlerin bir arada olduğu ve ancak bir arada olurlarsa kendilerinin var olabileceklerini kavradıkları bir mücadelenin adı oldu. Gezi Parkı etrafında oluşan toplumsal muhalefet anlayışının devamı oldu.

Hayır da, tıpkı Gezi gibi, kendi varoluşları karşısında büyük bir tehdit algılayan, o zamana kadar birbirlerinden uzak durmuş, hatta birbirlerine karşı durmuş muhalif çevreleri bir araya getiren bir süreç oldu.

Gezi dün nasıl Hayır’da göstermişse kendini, yarın da Hayır, Gezi ile birlikte, mutlaka göz kırpacaktır bir yerden!