Gezi Direnişi’nden 6 yıl sonra açılan dava bugün başladı. 16 kişinin yargılandığı davada Taksim Dayanışma’sının üyeleri “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs” iddiasıyla yargılanıyor. İki gün sürecek davanın ilk duruşması sonra erdi, yarın saat 10.00’da devam edilecek. Bugünki duruşmada tutuklu sanıklar Osman Kavala ve Yiğit Aksakoğlu, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater Utku, Ali Hakan Altınay ve […]

Gezi Direnişi’nden 6 yıl sonra açılan dava başladı

Gezi Direnişi’nden 6 yıl sonra açılan dava bugün başladı. 16 kişinin yargılandığı davada Taksim Dayanışma’sının üyeleri “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs” iddiasıyla yargılanıyor.

İki gün sürecek davanın ilk duruşması sonra erdi, yarın saat 10.00’da devam edilecek.

Bugünki duruşmada tutuklu sanıklar Osman Kavala ve Yiğit Aksakoğlu, Mücella Yapıcı,
Çiğdem Mater Utku, Ali Hakan Altınay ve İnanç Ekmekci savunmalarını yaptı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan 657 sayfalık iddianame ile, Osman Kavala, Ali Hakan Altınay, Ayşe Mücella Yapıcı, Ayşe Pınar Alabora, Can Dündar, Çiğdem Mater Utku, Gökçe Yılmaz, Handan Meltem Arıkan, Hanzade Hikmet Germiyanoğlu, İnanç Ekmekci, Memet Ali Alabora, Mine Özerden, Şerafettin Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Aksakoğlu ve Yiğit Ali Ekmekçi yargılanıyor.

Osman Kavala, avukatı İlkan Koyuncu’nun konuşmasının ardından savunmasına başladı ve şunları söyledi:

“Fantastik bir iddianame ile karşı karşıyayız. Hayatımın hiçbir safhasında özgür seçimler dışında bir yöntemle hükümet değişikliğini savunmadım, yer almadım.

Çeşitli STK’lerin kuruluşunda ve faaliyetlerinde yer aldım. Ülkemizin Avrupa demokrasisinin parçası olması, yargıdan kaynaklı sorunların ortadan kalkması için mücadele ettim. Bunun için Ergenekon ve Balyoz süreçlerini eleştiren yazılar kaleme aldım ve hiçbir cemaate dahil olmadım.

Tüm faaliyetlerim şeffaftır. Bilgisayarlarımda ve telefonumda silinenler de dahil olmak üzere illegal hiçbir bulgu yoktur. Savcı sorgumdan önce zaten benim suçlu olduğuma karar vermişti.

Çizim: Murat Başol

‘Tek bir delil yok’

Bir kalkışma planı hazırladığıma ya da böyle bir organizasyona dahil olduğuma dair tek bir delil yok. Kalkışma planı ve eylemini hangi örgüt adına yürüttüğüme dair iddianamede bir saptama dahi yok.

İddianamede suçlananların benden talimat aldıklarına, bu talimatlar uyarınca eylem yaptığı söylenmesine rağmen bu suçlamalara dair tek bir delil yok. Sanıkların bazıları ile yürüttüğümüz STK faaliyetleri nedeniyle tanışıklığımız var. Hiçbiri, benden bir talimat alarak eylem yapacak kişiler değiller.

İddanameyi hazırlayanlar FETÖcü

İddianameye kaynaklık eden soruşturma ve dinlemeler yoluyla elde edilen konuşmaları delil diye değerlendirenler ve bunu yönde rapor hazırlayanlar FETÖ suçlamasıyla tutuklanan ya da ihraç edilen yargı mensupları ve polislerdir.

Somut delil olmadan kişileri suçlamak ve tutuklamak cemaat yöntemleridir ve şimdikiler de aynısının yapmışlardır. Gezi’yi benim aracılığımla Soros’un finanse ettiği iddia edilmekte ama MASAK raporlarının da ortaya koyduğu üzere bu yönde bir delil ortaya konulamamıştır.

Anadolu Kültür’ün tüm hesapları şeffaftır ve hepsi kültür faaliyetlerinin fonlanmasına dairdir. Dava dosyasında haklarında herhangi bir suçlama yöneltilen kişilere dair bir para aktarımı olmadığına yönelik raporlar mevcuttur.

Gezi’yi finanse ettğim yönünde tek bir delil yokken, MASAK raporları bunları tespit etmişken tutukluluğumuz devam etti. Hangi delile dayanarak bu oldu?”

Mursi’ye ilişkin darbeye dair dış aktörler arasında Soros’un da adı geçmektedir. Tunus ve Mısır’da halk hareketleri incelenirken bu ülkelerde daha önce serbest seçim olmadığı dikkate alınmadı.

Demokrasi kurumların çalıştığı özgür seçimlerin yapıldığı ülkelerde kitlesel protestolar iktidar değişikliğine neden olmaz. Gezi olayları pek çok ulusal ve uluslararası akademik çalışmaya konu oldu. Makalelerin ortak noktası gezi olaylarının plansız ortaya çıkması. Eylemlerin yatay bir merkeze bağlı olmayan ve lidersiz olması. Bugüne değin yapılmış araştırmaların hiçbirinde gezi olaylarının hükümeti devirmeye yönelik önceden planlanmış bir iş olduğu öne sürülmedi.

Gezi olayları günlük hayatlarını etkileyen konularda söz sahibi olmadıklarını düşünen ve temsiliyetinin eksikliği hisseden halkın tepkisi olarak değerlendirildi. Bu yaklaşım doğrultusunda Türkiye’de kamusal alanı daraltan ve kent alanını metalaştıran projelere yönelik tepkiyle aynı dönemde ortaya çıkan neoliberal yaklaşımlara yönelik tepkiye dikkat çekildi. Eylemler sırasında twitter mesajlarının içeriklerini ve nasıl kullanıldığını inceleyen bir araştırmada, bu mesajların bilgi paylaşımı olduğu, yönlendirme amacı taşıyan mesajların çok az olduğu belirtildi.

Kent merkezlerindeki parklar kent sakinleri açısından büyük önem taşırlar ve çağdaş demokrasilerde bu parkların dokunulmazlığı olur. Gezi parkı da çok değerli bir mekandı. İddianamede yer alan gezi olayları tanımı daha önceki değerlendirmelerden, bilimsel araştırmalardan ve Türkiye İnsan Hakları Kurulu’nun raporundan farklıdır. Gezi parkındaki ilk eylemin bir grup gencin parka oturduğu, çadırlarının yıkılıp Divan karşısındaki duvarın yakılmasıyla başladı. Hükümetin AİHM’e gönderdiği savunmada Gezi parkı eylemlerinin başta barışçıl olduğu, sonrasında suistimal edildiği belirtilmiş. Türkiye İnsan Hakları Kurulu Raporu’nda yer alan önemli husus polis müdahalesi İçişleri bakanlığı’nın gözyaşartıcı gazların doğrudan hedef alınamaz denmesine rağmen fişekler hedef alınarak kullanıldı ve birçok kişi yargılandı.

Başta biber gazı olmak üzere zor kullanılan araçların orantısız şekilde kullandığı ve eylemlere katılan barışçıl göstericilerin ya da gösteriyle alakası olmayanlar da etkilenmiştir. Polis müdahalesinin protestoların artmasında bu kadar önemli bir unsur olması, Gezi olaylarının önceden planlanmadığının göstergesi. Aksi halde polisin de bu tertibe katılması gerekirdi. Gezi olayları sırasında tüm farklı faaliyetlere katılmış olanlara dair eylemlerin amaçlarına dair farklı değerlendirmeleri olabilir. Nesnel olgulara uygun olmayan şekilde Gezi olaylarını bir odak tarafından planlanmış bir kalkışma olarak tanımlamak tüm bu farklılıkları görmezden geliyor. İddia makamının darbe suçlaması yapılırken Ergenekon davalarındaki gibi soyut değerlendirmelerin suçlamalara dayanak olarak tanınması kabul edilemez . İddianamede dikkat çeken tuhaflık, hükümete karşı kalkışmanın benimle birlikte organize ettiği iddia edilen
George Soros’un şüpheliler arasında yer almaması ve ifadesinin alınmamasıdır. Bu durum iddianamenin, cezalandırılmaya dönüşmüş tutukluluğuma bahane bulmaya ve Gezi olaylarına katılan insanların bu hareketlerini gayri meştulaştırmaya çalışmaktadır.

Gezi parkı benim için sadece bir dinlenme yeri değil, yaşamımı zenginleştiren bir yerdi. İş hayatım boyunca devlet kurumlarıyla iş yaptığımız gibi, devlet kurumlarını eleştirdiğimiz durumlar da oldu.

Faaliyetlerimizin demokrasiyi güçlendiren meşru sivil toplum faaliyetleri olduğuna inanıyorum. Bugüne dek Gezi Parkı’nın park olarak kalması hükümetin park ve bahçelerin artırılması politikasına da uygundur. Gezi olayları sırasında yer alan yüzbinlerce kişiden farkım olmadığını belirtir tahliyemi ve beraatimi talep ederim. “

Osman Kavala’nın ardından Yiğit Aksakoğlu savunma yaptı.

Aksakoğlu’un savunması şu şekilde:

“Tutuklu olarak bu anı 7 aydır bekliyorum. Ben sivil toplum ve sosyal politikalar alanında çalışma yapan yayınlar hazırlayan bir sivil toplumcuyum. İddianamede tarafıma yönlendirilen suçlamalar temelden yoksun ve faaliyetlerime ters düşecek nitelikte. 1976’da Aydın’da doğdum. 2000’de YTÜ inşaat mühendisliği bölümünden mezun oldum. Londra Ekonomi Üniversitesi’nin Sivil Toplum Kuruluşları Yönetimi Yüksek Lisans Programı’ndan mezun oldum. Avrupa Gençlik Forumu’nda yer aldım.
1999’da TESEV’de çaışmaya, 2001’de Bilgi Üniv. Sivil Toplum merkezinde çalıştım. Bilgi Üniversitesi ve başka yerlerden çıkan politika yayınları etkilemeye yönelik yayınlarım var. Savunuculukla ilgili bir kitap Bilgi Üniversitesi tarafından basıldı. 2011’de yarı zamanlı olarak aile içinde çocuğa yönelik azaltılması için çalışmada yer aldım. Marc Mataheru’yu o zamandan tanıyorum. Bunu nasıl suç unsuru olarak gösterdiler anlamıyorum. 2011’de yarı zamanlı olarak aile içinde çocuğa yönelik azaltılması için çalışmada yer aldım. Marc Mataheru’yu o zamandan tanıyorum.
Bunu nasıl suç unsuru olarak gösterdiler anlamıyorum. Bu çalışmalarıma ilişkin konuşmalar Gezi olaylarıyla ilgiliymiş gibi gösteriliyor. Kasım 2018’de Bernard Van Leer Vakfı Türkiye temsilcisi olarak Antep Büyük Şehir Belediyesi’yle çocuklara yönelik projeler için Fatma Şahin ile bizzat görüştüm. Şahin bu davada 7 numaralı mağdurdur. Uzmanlığım kapsamında çok çeşitli çalışmalara katkı sundum. Asker Hakları Platformu’na gönüllü destek verdim. Ayfan Sefiroğlu, İsmet Yılmaz ile defalarca görüştük. İsmet Yılmaz bu davada 22 nolu mağdurdur.

Çizim: Murat Başol

“25 bin dolarlık bir fon aramamızı bazı sözde gazeteler yazdı”

Hak ihlalleri için çözümler ürettik. DİSKO uygulamasına dikkat çekip kaldırılmasına katkıda bulunduk. Barış sürecine katkı sunmak için dernek kurduk. Çözüm sürecine silahların susması ve ateşkesin sağlanmasının ötesinde toplumsal barışın sağlanması için ülkenin en batısında doğmuş biri olarak destek sunmayı görev bildim. Bunu gezi olaylarıyla ilgili değerlendirilmesini anlayamıyorum. Kaldı ki bu iddiaları yöneltenlerin bir kısmı firari bir kısmı benimle aynı cezaevinde. Kitap basımı için 25 bin dolarlık bir fon aramamızı bazı sözde gazeteler yazdı. Oysa bu para hiç alınmadı. Ama bu gazeteciler biraz araştırsalardı, bunun 10 katını AKP’li belediyelere verdiğimizi görebilirdi. Çalışmalarımda AKP’li belediyelerle çalışması gerektiğini ben önerdim, askerler konusunda Savunma Bakanı ile çalıştım.

Buna rağmen hükümete diz çöktürmek gibi bir suçlamayla ağırlaştırılmış müebbet isteniyor. 7 aydır 10 metrekarelik bir hücredeyim. Hiçbir zaman şiddetle gelen ani değişimden yana olmadım. Ama değişimden yana oldum.”

Sivil toplum, doğası gereği siyasidir ama talepleri noktasında siyasetten ayrılır. Sivil toplumun amacı hükümeti değil, kendisine olan ihtiyacı ortadan kaldırmaktır.

“Sivil toplum yöntem olarak şiddeti dışlar. Cebir ve şiddetle hükümeti yıkmak sivil toplumun alanı değildir. Bir sivil toplumcu ve uzman olarak şiddeti ve şiddetle değişmeyi savunmadım. Cebir ve şiddetten anlamam. Bu 657 sayfalık iddianamede suç yok, suçlu var; pervasız bir ağırlaştırılmış müebbet talebi var.

“Hakkımda somut olarak sunulan tek delil, 2013 yılında yapılan telefon dinlemeleri. 26 Haziran 2013 ve Aralık 2013 arasında gerçekleşen dinlemelerden 31’i girmiş iddianameye. Şubat 2013’te yaptığım 43 görüşmenin içeriği yok, sayı olarak belirtilmiş.
“İddianameye içeriği konulan görüşmeler park boşaltıldıktan sonraki görüşmeler. Gezi’nin 2011’de planlandığı söyleniyor, ama delillerde bu yok.

“Bu ülkede her yıl 400 kadın öldürülüyor. Sokakta 3 kadına şiddet uygulayan bir adam, parti genel başkanına saldıran bir başka adam bir gün cezaevinde kalmadı. Ama benim şiddetsiz eylem konusunda yayınlamaya girişmem suç kabul ediliyor. Yedi aydır hapishanedeyim. İddianamede, şiddetsiz eylemlerde piyano çalınması ve duran adam ile yeryüzü iftarlarına ilişkin bir ses kaydım var. O konuşma bu eylemlerden bir ay sonra yapılmış. Ne durmak, ne piyano çalmak, ne de iftar yapmak suç. Tarihler belirtilmeden tapelerin iddianameye konulması suçlu gösterme çabası.

“İddianamede Gezi olayları öncesinde ya da sonrasında ismim geçmiyor. Taksim Dayanışması ile Anadolu Kültür ile Açık Toplum ile ilişkim yok. Olması suç değil, ama yok. Otpor-Canvas ile de yok. Bunları bırakın, Gezi’ye gittiğime dair bile bir delil yok.

“Gezi’de bir gece yatmışlığım bile yok. 220 gün cezaevinde yatacağımı bilseydim, bir gece Gezi’de yatardım. Gezi ile ilgili bir tane tweetim yok. Koca eylemi organize etmişim ama bir tane WhatsApp grubum yok. O zaman ben neden aylardır tutuklu yargılanıyorum?

“Bu davada yargılananlarla bile ilişkisi olmayan Yiğit Aksakoğlu, Gezi eylemlerini yaygınlaştırmış ve derinleştirmiştir diyor bu iddianame. Ben neden bu iddianamede varım? Ne Gezi’den kalkışma, ne de bu davadan suç çıkar. FETÖ’cü savcı ve polislerin sözde delilleri kıymetlendirilerek hazırlanan bu iddianame hiçbir somut delile dayanmıyor.

“Ben sadece yasal değil, meşru bir şekilde STK yönettim. Bu iddianame, Türkiye’de zaten can çekişmekte olan sivil toplumu kriminalize etme çalışmasıdır. Bu dava sadece benimle, Gezi ile değil, hukukla yurttaş arasında örülen duvarla ilgili. Vereceğiniz karar bu duvarı yıkmayacak; duvara bir taş daha ekleyecek ya da eksiltecek.

“Ben temel haklarıma erişmek istiyorum. Kaçmak ya da delil karartmak için değil. Okullarında son üç günü kalan çocuklarımı okula bırakabilmek için, tahliyemi ve beraatimi talep ediyorum.”

Aksakoğlu’nun savunmasının ardından mahkeme başkanı Utku Ercan, duruşmaya saat 14.15’e kadar ara verdi.

Mahkeme aranın ardından Mücella Yapıcı’nın savunması ile devam etti.

Yapıcı’nın savunması şu şekilde:

Benim buraya aynı suçtan 2. kez gelişim. Yalnız hakkımda geçen yargılanmada düzenlenen iddianamenin yeni versiyonundan biraz bahsedeceğim.

Çizim: Tarık Tolunay

FETÖ savcılarının hazırladığı iddianamenin yeni versiyonuna göre Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırma, görevini yaptırmama, nitelikli yağma, ibadethanelere zarar, 2863 sayılı kültür varlıklarını koruma kanununa muhalefetten yargılanmam isteniyor.

Gezi Direnişi başlamadan önce dosyadaki isimlerle irtibat kurduğum ve faaliyet yürüttüğüm iddia ediliyor.

Evet bazıları arkadaşlarımın çocukları. Ve bu iddianamede Murat Pabuç isimli şahıs hakkımda bir şeyler söylemiş. Murat Pabuç kimdir, akli dengesi yerinde midir? “Benim akli dengem olmadığı için bu ifadelerime yer verilmemelidir” demiş bir şahıs bu Murat Pabuç.

İddianameye göre CNN Türk’te yayınlanmış Aykırı Sorular programına çıkmıştım, bütün programın bant çözümleri, daha önce de yargılandığım ve beraat ettiğim davadakiyle aynı.

Mahkemenin ciddiyetini bozmak istemiyorum ama ben şakacı bir kadınım, fıtratım bu şekilde. Telefon konuşmalarımda da böyleyim.

Dolayısıyla böyle ciddi bir mahkemede, iddianamenin içeriği dolayısıyla bu şakalarım da yer alıyor, dolayısıyla özür dilerim. Devletin bana sunduğu bu terbiye ve tahsili yerine getirmemiş olurum ki bu en büyük vatan hainliğidir.

Ben bu iddianamenin ileri sürdüğü tüm suçları reddediyorum ama sadece reddetmiyorum. Hem yanıtlamak istiyorum, hem de herkesin şu ülkenin geleceği için bir kez daha düşünmesini istiyorum.

Hakkımda bu iddianamenin düzenlenmesi yeni değildir, yargılanmam da yeri değildir, Gezi dolayısıyla suçlanmam da yeni değildir.

Savcılık 1 Haziran 2015’te beraatimi kesinleştirdi. Temyize bile gitmedi. Ben bugün yine aynı iddianameyle, aynı suçlamalarla ağırlaştırılmış müebbet, 2970 yıl hapis ve 160 milyar lira para cezasıyla cezalandırılmak isteniyorum.

Tabii ben yargılanacağım bir daha, elimde değil… Şimdi soruyorum sayın mahkeme heyeti, sizce ben ne yapmalıyım? Nasıl bir savunma vermeliyim?

Benim için bu sorunun cevabı oldukça basit. İsterseniz sabrınızı taşırmadan onu da söyleyeyim, insanları sahip oldukları hakların kullanılması nedeniyle cezalandırılması istenemez.

Anayasanın 30. maddesine göre herkes önceden haber vermeden silahsız gösteri ve yürüyüş sergileme hakkına sahiptir. Barışçıl gösteriler suç değildir. Taksim Gezi Parkı hakkındaki iddianamelerin hiçbiri kanuna uygun değildir. Bu evrensel hukuka da, doğa hukukuna da, adalete de aykırıdır.

Suçlamalar gülünç

Mesleğim gereği, parkın su ve elektrik hattını tahrip ederek ağaçların kesildiğini, duvarların yıkıldığını ve bunun nedenini arkadaşlarımla birlikte yetkililere bunu sorduğumda, başta görevli ve sorumlu olan belediye başkanları olmak üzere idari yetkililerle birlikte, 30 tane sivil giyimli erkek, bize gaz sıktılar. Benim gözüme yaklaşık 3 tüp gaz sıkıldı, KOAH hastasıyım, mide kanseri geçirdim çok zor atlattım. Hayatımı korumak için dahi olsa tek bir şiddete başvurmadım. Asıl korunması gerekenin kamu sağlığının olması gerektiğini, inşaatların olmaması gerektiğini söylediğimiz için şiddetle karşılaştık.

Onlarca insan kafa travması geçirdi, gözlerini kaybetti, işlerini kaybetti, tutuklandı. Ben de bu yaşımda çıplak ayakla gözaltına alındım, ilaçlarım verilmedi. Niye diye soruyorum, niye? Ben sadece mesleğimin ve inancımın gereğini yaptım.Bugün kriminalize etmeye çalıştığınız Gezi bizim yarınımızdır, çocuklarımızı geleceğidir. Taksim Dayanışması ayrıca cumhurbaşkanından başbakanına kim varsa yetkililerle diyalog kurmaya çalışmıştır. Kurulan temaslar ve gerçekleşen diyaloglar sonucunda dönemin başbakanından randevu istenilmiştir ama Bülent Arınç’la görüşülmüştür.

Bütün bunlara rağmen evlerimiz polis tarafından basılmış, 4 gün gözaltında kalmışız. Bu kadar haklı, bu kadar doğruyken niye çıplak arandım diye o günlerde çok üzülmüştüm, ülkemin geleceği için çok üzülmüştüm. Ve ne yazık ki çok haklı çıktım. O zamanlarda bununla yargılanırken şimdi bir de hükümeti devirmeye teşebbüsle yargılanıyorum.

Milyonlarca insanın kendilerini ifade etme özgürlükleri, polisin uyguladığı keyfi şiddet ve kötü muameleyle karşı karşıya kalmıştır. Çocuklarımız hayatını kaybetmiştir. Şimdi tüm bunlar gerçekleşirken, asıl suçluların burada yargılanması gerekirken; şiddete tepki gösteren, kamu sağlığını düşünen Taksim Dayanışması yetkililerinin asılsız bir şekilde yargılanıyor olması kabul edilebilir olmaktan çok uzaktır.

‘Çocuklarımızın katilleriyle ilgilenilmeli’

Devlet bizimle değil, göz göre göre çocuklarımızı öldüren katillerle ilgilenmelidir, işkenceler uygulayanlarla ilgilenmelidir. Taksim Dayanışması’nın hiçbir hukuki, ahlaki boyutu olmayan; gayriciddi iddianamelerle yargılanması değil; çocuklarımızın ölümüne sebep olanların, polis şiddetini ‘destan yazmak’ olarak adlandıranların, dönemin valilerinin, bakanlarının yargılanması gerekmektedir.

Yaşamlarını yitiren tüm gençlerimizin anısı önünde eğiliyorum, savunmam bundan ibarettir.”

Duruşmada Çiğdem Mater Utku’nun savunmasına geçildi. Utku, şunları söyledi:

İstanbul’da doğdum, Cihangir’de, Şişli’de yaşadım. Dolayısıyla Gezi Parkı benim hayatımın merkezinde bir yer. Gezi’de sinemacı diğer arkadaşlarımla birlikte bulunduk, gözlem yaptık fakat iddianamede iddia edilenin aksine Gezi olaylarıyla ilgili bir film yapmadım.

‘Yapmadığım film benim yaptığım film gibi gösterilmiş’

İddianamede benim yaptığımın iddia edildiği fakat Amerikalı bir yapımcı tarafından yapılmış filmde sadece 1.5 dakika boyunca kamera karşısında durup konuk olarak konuştum.

Hakkımızda hazırlanan 657 sayfalık iddianame, 2013-14 ve 15 yılında hazırlanmış ve o günden bugüne üstünde herhangi bir işlem görmemiş. İddianameyi hazırlayanlar ise ‘FETÖ/PYD’ üyeliğinden yargılanıyor veya kaçak. Hakkımda alınan dinleme kararının ardından dosyada bulunan bir telefon görüşmem, Türk Telekom müşteri hizmetlerinin beni araması ve internet paketi satmaya çalışmasıyla ilgili. Bu konuşmanın kaydının bu dava dosyasında olmasını gerçekten anlamıyorum. Bana satılmaya çalışılan paketi almadım, belki de suçum budur… Başka bir konuşmada ise hashtag yapmayı bilmeyen arkadaşım Can Atalay’a klavye tuşlarıyla nasıl hashtag yapacağını öğretmişim. Klavyenin tuşlarında bahsetmenin nasıl bir suç unsuru olduğunu da anlayabilmiş değilim.

Duruşmaya 15 dakika aranın ardından İnanç Ekmekçi’nin savunmasına geçildi. Ekmekçi şunları söyledi:

Bu suçlamaların hepsini reddediyorum, bir insana bu suçları atfetmek kolay olmamalı. Olayların kamuoyunda yer almaya başladığı günlerde bir üniversitede AKP’nin 10. yıl konferansını dinliyordum. Veya olaylar sırasında yurt dışı seyahatim vardı. Ben bu olayları bu şekilde nasıl organize etmiş olabilirim bilmiyorum.

‘Vakıfa üye olmak, vakıfta çalışmak suç değildir!’

Türkiye’de vakıf olmak, vakıfta çalışmak bir suç değil. Gezi olaylarından 3 ay öncesine kadar Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yaptığım Açık Toplum Vakfı da öyle kuruldu. 
Açık Toplum Vakfı’nın hangi hibesi Gezi olaylarının organize edilmesiyle ilgilidir? Bu konuda bir delil yok. Benim hiçbir hibede böyle bir imzam yok. Ben niye ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyorum?

Ali Hakan Altınay’ın savunmasını yaptı. Altınay şunları söyledi:

“Bu suçlamaların hepsini reddediyorum, bir insana bu suçları atfetmek kolay olmamalı. Olayların kamuoyunda yer almaya başladığı günlerde bir üniversitede AKP’nin 10. yıl konferansını dinliyordum. Veya olaylar sırasında yurt dışı seyahatim vardı. Ben bu olayları bu şekilde nasıl organize etmiş olabilirim bilmiyorum.

Türkiye’de vakıf olmak, vakıfta çalışmak bir suç değil. Gezi olaylarından 3 ay öncesine kadar Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yaptığım Açık Toplum Vakfı da öyle kuruldu. 

Açık Toplum Vakfı’nın hangi hibesi Gezi olaylarının organize edilmesiyle ilgilidir? Bu konuda bir delil yok. Benim hiçbir hibede böyle bir imzam yok. Ben niye ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyorum?”

İddianameden kesitler okuyan Altınay, şöyle devam etti:

“Kendimle ilgili ‘şunu yaptım, bunu yaptım’ diye anlatmak istemezdim ama ağırlaştırılmış müebbet suçlaması beni bunu yapmak zorunda bıraktı. Eminim benim de hatalarım olmuştur ama hep insanların iyiliği için çalıştım. Adımın temize çıkmasını ve üstüme atılı suçlardan beraatimi talep ediyorum.”

Davada ilk gün sona erdi. Duruşmaya, yarın saat 10.00’da devam edilecek.

Çizim: Tarık Tolunay

***

Siyasi parti temsilcileri, meslek odaları temsilcileri, milletvekilleri ve çok sayıda yurttaş Silivri’de buluştu. Davayı takip etmek için duruşma salonuna girmek isteyen yurttaşlar uzun kuyruklar oluşturdu.

Taksim Dayanışması, jandarmanın engellemesine rağmen basın açıklaması yaparak, “Bu ülkenin özgürlük umudu Gezi’nin kirletilmesine izin vermeyeceğiz” dedi.