Gezi gazilerinden Erdal Sarıkaya ve Aydın Aydoğan, Gezi direnişinin siyasi ve toplumsal iklimde bıraktığı izleri, yaralanmalarına sebebiyet veren sorumluların bulunması için yürüttükleri hukuki mücadeleyi ve Türkiye siyasetinin içine girdiği karanlık dönemi BirGün Pazar’a değerlendirdi

‘Gezi direnişinin birleştiriciliğinde buluşalım’

FATİH KIYMAN

Gözünü kaybetmesine sebep olan gaz fişeğini ateşleyen polisin bulunması için sürdürdükleri hukuki mücadelenin, 5 defa savcı değiştirilmesiyle fiilen durdurulduğunu aktaran Sarıkaya, hukukun gitgide ayaklar altına alındığı süreci şöyle anlattı: "3 senenin sonunda dosyalar hala soruşturma aşamasında. İlk 2 savcımız dosyalarımızı ilerletiyordu. Ergenekon, Paralel derken tasfiye edildiler. İkincisi zaten atandı denemez; akşam atandı ve sabah görevden alındı. Dördüncü savcı Mehmet Selim Kiraz oldu, kendisi iyi bir savcıydı aslında. 16 bin polisten 5 şüpheli polise kadar düşürdü bu işi. Tabii bunun üzerine büyük sıkıntılar başladı çünkü bu işin emir verenlere kadar gideceğini biliyorlardı. Bu şekilde, bana kalırsa devletin organize etmiş olduğu bir olayla Selim Kiraz öldürüldü. Sonrasında Hüseyin Kaya atandı. Dosyasını masasından kaldırmıyor, kimseye de dokundurtmuyor. Yani çok güzel durdurdu dosyayı.”

Sarıkaya, geçtiğimiz aylarda dava sürecinin İstanbul Valisi Vasip Şahin tarafından fiilen bitirildiğini de sözlerine ekledi. "Böyle bir hukuki düzenleme olabilir mi? Kolluk kuvvetlerinin soruşturmaya dahil edilmesi için valinin izni gerekiyor ve biz ‘Vali bey, bir adam beni vurdu, soruşturma açılabilir mi?’ dilekçemizi ilettiğimizde vali de diyor ki ‘hayır.’ Ve maalesef bu halkın önemli bir kısmına normal geliyor, sıkıntımız bu.”

"Gezi süresince önce polisle, yandaş medyayla, siyasilerle bir mücadele verdik ama bizim asıl mücadele alanımız hukuktu. İktidar şimdi hukuku ele geçirdi ve bunu çok iyi kullanıyor. Şu an sokakta gördükleri insanı döve döve vura vura istediklerini yapıyorlar,” şeklinde konuşan Sarıkaya, kitlesel mücadelenin devamı niteliğinde olan mücadele alanlarının baskıcı politikalarla bir bir elinden alındığına dikkat çekti.

Kutuplaşma iktidar güdümünde, Gezi birleştirici bir harekettir

gezi-direnisinin-birlestiriciliginde-bulusalim-141870-1.

Gezi direnişinden sonra derinleşerek devam eden toplumsal kutuplaşma ve iktidarın ötekileştirici diline de değinen Sarıkaya, konuyu şöyle değerlendirdi: "İktidar medyası bunu öyle bir kanalize ediyor ki; sanki bu taraftakiler düşman, şu taraftakiler iyi insan düşüncesiyle. Ülkeyi şu an iç buhran diyebileceğimiz bir noktaya sürüklüyorlar. Erdoğan da hiç değişmedi. 1994’te, 2003, 2016’daki Erdoğan hep aynıydı. Hep kalkınmaya, demokratikleşmeye, özgürleşmeye atıfla bir yerlere geldi ama elinde hep bir kırmızı çantası vardı ve onu icra ediyor. Ülkedeki kutuplaşma zerre umurunda değil. Amacı kesinlikle ülkeyi demokratikleştirmek değil.”

Diğer yandan, Aydın Aydoğan kitlesel ölçekte körüklenen kutuplaşmanın, yine Gezi temelli hareketlerle çözüleceği kanısında olduğunu ifade etti. "Gezi toplumu birleştiren bir zamktı ve toplumu ayrıştıranlar bu yüzden rahatsız oldular. İnsanların oraya gelme sebebi kimisi için çocuğunun geleceği, kimi için eğitim, giyim kuşam, yaşam standardı, kimisi için duaydı. Biz Gezi’de kendi gözümüzle gördük; LGBT de geldi, taşeron işçi de geldi, 2B yasası mağduru teyzemiz de geldi. Gezi böyle bir şeydi. Diğer yandan, Parlamenter sistemimizde siz insanları kutuplaştırmazsanız bir sonraki dönem gücü muhafaza etmeniz bu kadar garanti değil. İktidar kendi oluşturmuş olduğu yapıya güvenerek bu bana yeter diyor, diğer kesimi dışlıyor ve ‘bitarafsanız bertarafsınız’ gibi çıkışlar yapıyor. Bunları da maalesef dini sembollerle yapıyor,” dedi.

Gezi direnişinin farklı insanları ve farklı kaygıları bir araya getiren toplumsal bir empati hareketi olduğunu kaydeden Aydoğan, otoriterliğe karşı diğer %50’yi kazanmak için benzer şekilde ortak değerler üzerinden hareket etmek, empati kurmak gerekliliğinden söz etti. "Örneğin işsizlik problemi, örneğin kentsel dönüşüm denen bu illet. Bunlar hepimizin ortak dertleri, toplumsal birliktelik bunlarla yeniden oluşacak.” Toplumsal diyalog eksikliğinin tarihselliğine dikkat çeken Erdal Sarıkaya, "Yıllarca belli bir zümre hep karşı tarafın ‘yobaz – bağnaz’ yaftalarına maruz kaldı, ötekileştirildi. Ama buna karşı kendisini de bir türlü anlatamadığı için ‘dinsiz, imansız, ateist, komünist’ oldu. Biz toplumda iç bakışı sağlayamıyoruz. Öncelikle iki taraf için de, her iki %50 için de ilk adım ön yargıları yıkmaktan geçiyor, kitlesel olarak empati kurmak gerekiyor. Bu ülkede türban yasaktı, Hatice Babacan’ın 1967’deki eylemiyle türban gündemimize oturdu ve siyasi bir gündeme döndü. İnsanlar kitleselleşti, kutuplaştı. Bunları kırmamız, fikirler oluşturmamız gerekiyor. Tabii karşı tarafın da aynı şeyi yapması gerekiyor,” dedi.

Korku imparatorluğu da ‘korkuyor’

Erdal Sarıkaya, korku imparatorluğu rejiminin Gezi’den sonra artan bir hızla kök saldığını belirterek, "Geziden sonra siyasi yapılanma ciddi şekilde gardını aldı. Önce medyayı sindirdi, sonra yargıyı sindirdi, şu an siyasal iradenin doğrultusunda karar alan militan hakim ve savcılarla karşı karşıyayız. Her yerden kuşatılmış durumdayız ve buna bağlı olarak insanlarda müthiş bir korku hakim. Doğu yanıyor, Batı susuyor. Fakat biz, bunun sahaları ısıtarak aşılabileceği kanısındayız ve mücadelemizi bunun için sürdürüyoruz. Sokaklarda olmak gerekiyor. Zaten iş oraya geldiği zaman artık insanı yatağından da alıyorlar,” şeklinde konuştu.

Gezi cinayetlerinin aydınlatılamaması ve adil hukuk süreçlerinin iktidar eliyle engellenmesinin de korkuyu arttırdığını belirten Sarıkaya, düşüncelerini şöyle ifade etti: "İnsanlar sokaklara inmesin, sokaklara inerse de dayak yesin stratejisi izleniyor şu an. Tam bir diktatörlük. Gezi’de insanlar çocuklarını alıp geldiler fakat geçen 3 sene itibariyle öldürenlerin yanına, vuranların yanına kar kaldı. Bu da insanları artık ister istemez bir korkuya sürükledi. İnsanlar artık çocuklarına ‘Berkin vuruldu bak ne oldu, Ethem vuruldu bak vuran nerede,’ diyor.”

gezi-direnisinin-birlestiriciliginde-bulusalim-141871-1.

Aydoğan ise konunun diğer boyutuna işaret ederek, "Gezi sonrasında ayrıştırma ve ötekileştirme süreci bu doğrultuda hız kazanmasına rağmen, bana kalırsa iktidar açısından tehlikenin en büyük olduğu, an kendini en güvende hissettiği andır. Korku imparatorlukları böyle yıpranır, çöker. Hükümet kadrosuna bir bakın şu an, eskilerden kalan tek bir insan yok Erdoğan’ın yanında. Kendisinin bir tabiri vardı; demişti ki, ‘Benim yanımda bir otobüsü dolduracak adam yok güvendiğim.’ Demek ki otobüsü sürekli doldurup boşaltıyor şu an,” dedi. Erdal Sarıkaya ise yaşananları, "Öyle bir rejim düşünün ki sanki Başbakan istihdam bürosu tarafından atanıyor. ‘Binali’ diye geliyor, görev süresi dolunca ‘İnali’ diye gidecek. Böyle bir siyasi bunalıma sürüklenmekteyiz,” şeklinde yorumladı.

***

Ne olmuştu

Erdal Sarıkaya, Gezi direnişi sırasında 11 Haziran 2013’te gece saat 01.00 sularında polisin attığı gaz fişeğiyle gözünü kaybetti. Savcısı 5 kere değiştirilen dava fiilen durma noktasına gelmiş bulunuyor. Davaya bakan savcılardan biri de, DHKP-C’nin üstlendiği, İstanbul Adalet Sarayı rehine krizi sonucu öldürülen Savcı Mehmet Selim Kiraz’dı. Gezi döneminde güvenlik görevlisi olarak çalışan Sarıkaya, ‘vücut bütünlüğünü’ yitirdiği için eski işine dönemedi ve şu an Bakırköy Belediyesi Tiyatrosunda Halkla İlişkiler biriminde çalışıyor.

Aydın Aydoğan, Gezi eylemleri sırasında gaz fişeği kapsülü ile ayağından yaralandı. İstanbul Valiliği ve İçişleri Bakanlığı aleyhinde açtığı 101 bin TL’lik tazminat davası, 2015 sonunda mahkemece reddedildi. Soruşturma dosyası ise ölen Savcı Selim Kiraz’ın şüpheli polisleri tespit etmesine rağmen, Vali’den soruşturma izni çıkmamasıyla fiilen durdurulmuş oldu. Bacağından bir defa operasyon geçiren Aydoğan’ın, bacağının fonksiyonunu tamamen geri kazanması için iki ameliyat daha geçirmesi gerekiyor.

Erdal Sarıkaya, Aydın Aydoğan ve diğer Gezi gazileri, hukuki mücadelelerini kurdukları Gezi Gazileri Dayanışma Platformu çerçevesinde sürdürüyor.