Sıkıştığınız bir sokakta ne yapacağınızı düşünürken, kendinizi bir an arkadaşın arkadaşının arkadaşının evinde bulmak. Hiç tanımadığınız insanlarla aynı endişeyi, aynı çaresizliği ve aynı umudu yaşayıp, mahsur kalmanın dayanılmaz romantizmini yaşamak

Gezi ne güzeldi lan!

> ALEV KARADUMAN karadumanalev@gmail.com

Oysa hikâyemiz yoktu eskiden. Öncesinde... Henüz çocukken tanıştığımız, AKP iktidarı ile büyümüş bir neslin günden güne sinen özgüveninin dirilişi; birbirine ve kendine hiç inanmamış, birbirinden bir o kadar bihaber yol arkadaşlarının uyanan sevinci. Madem bu köşe her şeyin ‘en iyisi’ ile ilgili, buyurun karşınızda Gezi Parkı Direnişi’nin ikinci yıldönümünde, başımıza gelenlerin ve aklımızda kalanların en güzelleri…

Direniş sırasında hepimizin en az birkaçına katıldığı, eş dost arasındaki Whatsapp grupları. Yeni ve doğru bir bilginin edinildiği zaman paylaşılması heyecanı. ‘Ben düştüm, onlar düşmesin’ diyebilmenin iç rahatlığı.

Sıkıştığınız bir sokakta ne yapacağınızı düşünürken, kendinizi bir an arkadaşın arkadaşının arkadaşının evinde bulmak. Hiç tanımadığınız insanlarla aynı endişeyi, aynı çaresizliği ve aynı umudu yaşayıp, mahsur kalmanın dayanılmaz romantizmini yaşamak.

Gaz ve su içindeyken, en ummadığınız anda civardaki bir direnişçinin sizi öteye beriye çekmesi ve üzerinizde kızgın kumlardan serin sulara atlıyormuş etkisi yapan elindeki Talcid’i.

O gün direnmek hiç aklınızda yokken kendinizi gazın ve tozun ortasında bulmuşken rastladığınız, battal boy çöp poşetindeki deniz gözlükleri ve maskeler satan Alaaddin’in Cin’i kıvamındaki çingene.

Can hıraş durumları bahane ederek atılmış, eski sevgiliden gelen ‘İyi misin, merak ettim de’ mesajı, sonrasında karşılaşma. ‘Yollar kapalı, şimdi eve de gidemem’ler, tazelenen Gezi aşkı, sonrasını sizin anlamanız,

Liseden tanıdığınız, o zamanlarda sorsanız Cumhurbaşkanı’nın adını söyleyemeyecek sınıf arkadaşınızı, yüzünde poşu, elinde eldivenle gaz savurmaya çalışırken görmek. Bir an şaşkınlıktan aklınızın durması,

İlk gazdan sonra kendinizi attığınız barda Halk TV’ye dalmalar ve muhtaç olduğunuz damarlarınızdaki cengaverliğe üç biradan sonra ulaşıp kendinizi tekrar sokağa atmalar,

Dolmabahçe’de, kaçacak yer bulamayıp ciddi ciddi denize dökülmüş arkadaşınıza rastlamak, çok olağan bir durummuş gibi öyle bir selamlaşıp koşarak uzaklaşmak,

Polisin ters köşe yaptığı bir baskından koşarak kurtulmak, her ama her seferinde gözaltından kıl payı kaçıp arkadaşlara ballandıra ballandıra anlatmak,

Ekmek almaya çıktığınızda dahi, içinizden gelen bir slogana bir anda ve özgürce başlayabilmek, ilk kelimenizden sonra size katılan onlarca kişiyi duymak,

İş çıkışı rutin olarak direnişe gelmek, belki de ilk defa ütüsüz eteği lekeli gömleği önemsemeden, parklarda nöbet tutup sonra da ofiste bilgisayar başında oturmak,

Parka giderken Taksim Meydan’daki çiçekçilerin, solmaya yüz tutmuş çiçekleriyle direnişe destek verişlerine şahit olmak, kucak dolusu çiçekleri toplayarak pakta dağıtmanın hazzına ulaşmak,

Çıkmaz sokakta sıkışıp da polisten dayak yediğiniz sırada, STV dizisinden çıkarmışcasına elinde sopasıyla beliren yaşlı teyze... Polisleri bağırıp çağırmak suretiyle kovması, iki hafta kırık çıkıkla yatmak ama o teyzeyi unutmamak,
Evet o anda, tam da telefonda konuşurken ayağınızın dibinde patlayan ses bombası, Türkiye polisinin farkında olmadan bir taşla iki kuşu ancak bu kadar güzel vurması,

Yine sığındığınız mekanda, polisin içeride direnişçi olan yerlere gaz atacağı korkusuyla, karanlıkta ve sigarasız saatlerce beklemek, mekan sahibinin herkese hiçbir şeyli makarna yapması ama herkesin o sade makarnayı hiçbir keresinde yemediği kadar iştahla yemesi,

Optik Başkan’ın resminin AKM’ye asılıp meşalelerin yakıldığı gün, gelişmeleri civardaki bir otelin terasında katıldığınız düğünden izlemek, gerçeklik algınızın yitmesi, mavi ekran.

Ankara, Eskişehir, Hatay... Hiçbir yerin artık uzak olmaması, şenlik kıvamındaki sokaklardan, bir anda başka şehirlerdeki direnişlere giden selamların yankıları...

Hikâyemiz; bizim hikâyemiz. Tek kahramanının HALK olduğu destanımız... Birbirimize bıkmadan usanmadan o günleri anlatışımız, sonunda dertli dertli içlenerek ama yine de gülümseyerek ‘Gezi ne güzeldi lan’ deyişimiz...