Gezi direnişinden bugüne geçen altı yıl, Türkiye tarihinin en kaotik dönemlerinden birisiydi. İktidar, Gezi’de başlayarak ülkenin her köşesine yayılan halk hareketinin üzerine gölge düşürmek üzere elinden geleni yapmaya devam ediyor. Geriye dönüp bakıldığında görülen tek şey ise halkın bağrında yeşermiş iyiliğin ve güzelliğin ülkenin her yerinde çiçeklenmesinden başka bir şey değil. Milyonlarca insan, birlikte hareket […]

Gezi’nin izinde toplumsal muhalefet

Gezi direnişinden bugüne geçen altı yıl, Türkiye tarihinin en kaotik dönemlerinden birisiydi. İktidar, Gezi’de başlayarak ülkenin her köşesine yayılan halk hareketinin üzerine gölge düşürmek üzere elinden geleni yapmaya devam ediyor. Geriye dönüp bakıldığında görülen tek şey ise halkın bağrında yeşermiş iyiliğin ve güzelliğin ülkenin her yerinde çiçeklenmesinden başka bir şey değil. Milyonlarca insan, birlikte hareket ettiğinde nasıl bir güce sahip olduğunun farkında vardı.

Gezi sonrasında toplumsal muhalefet, patlayan bombalar, silahlar, darbe girişimi ve OHAL içinde kendine yol aradı. Bir eylem biçimi olmanın ötesinde, bir toplumsal hareket olarak yeni koşullar içinde kazandığı yeni formlar ve süreçler olarak, bir süreklilikten söz edebiliriz. O nedenle 6 yıl önceki ana ya da onun olası bir yeniden tekrarına odaklanarak değil, onun dip akıntılarının nereye uzandığına, toplumsal muhalefet hareketlerinin bugünkü durumuna bakarak gerçek bir değerlendirme yapılabilir.

Gezi direnişi, Siyasal İslamcı rejimin hegemonyasındaki ilk kırılma noktasıydı. Halkın düzene karşı birikmiş tepkileri, küresel neoliberal proje eksenindeki sahte bir değişim umudu etrafında, siyasal İslamcı rejimin manivelası haline getirilmişti. AKP ve Cemaat kendi tabanlarını da aşacak (ve zamanla genişletecek) bir halk desteğini bu sayede kazandı. Gezi, siyasal İslamın bu denklemini ters yüz etmenin başlangıcı oldu. 

Taner Timur, o dönemde bu direnişi ‘demokratik devrim uğrağı’ olarak tanımlamıştı. Bu uğrak, kendisinden önceki döneme hakim olan siyasal İslam hegemonyasına karşı,  gerçek bir değişim mücadelesinin başlangıç noktası oldu. Bugün o uzun mücadelenin içinde yer almaya devam ediyoruz. Siyasal İslam, geçtiğimiz altı yıl boyunca parıltısını kaybetmeye devam ederken, halk desteği de daraldı. Zor gücünü yoğunlaştırarak rejim inşasında geldiği noktaya rağmen, değişim talebinin toplumun farklı katmanlarına doğru yayılmasının önüne geçemiyor. 16 Nisan referandumu ve şimdi 31 Mart seçimlerindeki yenilgi, AKP’nin çoğunluk gücüyle birlikte, ülkenin değişim talebinin taşıyıcısı olacak dinamik ve üretken kesimi (bir daha geri dönmemek üzere) kaybettiğini ortaya koydu. 

İstanbul seçimlerinin tekrarı ile bu yenilgi gölgelenerek yola devam edilmeye çalışsa da, seçim sonuçları ne olursa olsun, 31 Mart yenilgisinin yarattığı kırılma etkili olmaya devam edecek. Gezi’de başlayan mücadelede geldiği aşamada, AKP’yi şimdiki ortağı MHP ile birlikte geriletmeye devam ediyor. Bu mücadelede muhalefet güçleri siyasal İslamcı faşizmi yenerek, bir değişim sürecinin önüne açabilir. Bu aşamada AKP-MHP blokunu geriletme mücadelesini sürdürürken, aynı zamanda değişim yönüne ilişkin belirsizlik-yönsüzlük üzerine de düşünmek gerekir. Siyasal İslamla yeni bir uzlaşma noktası aramaktan vazgeçmeyen bir eksenin varlığı düşünüldüğünde, tam da Gezi’nin demokratik devrim eksenindeki arayışına yanıt verecek, bir politik merkezin güçlendirilmesine ihtiyaç var.

Gezi kendisinden önceki muhalefet ekseninden farklı olarak, siyasal İslamcı rejim karşısına bir alternatif de koyabilmişti. Bu alternatifin temel noktalarından birisi laiklik ve özgürlükler ekseniydi. Siyasal İslamın hayatın her alanını kuşatmaya dönük baskıları karşısında (devlet merkezli bir laikliği da aşacak) bir laiklik ve aydınlanma arayışı (sonrasında da özellikle kadınların mücadelesinde büyüyerek) devam ediyor. Bir başka nokta ise, şimdi ekonomik krizle birlikte daha da derinleşen güvencesizleşme ve yoksullaşma karşısındaki bir eşitlik talebinin öne çıkmasıydı. Bunlar temsili demokrasiyle yetinmeyen bir doğrudan demokrasi inşası, doğayla uyum, dayanışma ve paylaşmaya dayanan yeni bir hayatın filizlerini de yaratarak ortaya konulabildi. 

Toplumsal muhalefetin taşıdığı bu talepler, muhalefetin genelini de belli ölçülerde etki altına almaya devam ediyor. Ancak, muhalefet cephesinin düzen içine doğru uzanan kanallarında bu değişim talebinin uçlarını törpüleyecek, yeni bir merkez (büyük uzlaşma) arayışları içinde olacak yaklaşımlar da biliniyor. AKP-MHP blokunu geriletme mücadelesinin bir yönü bu noktada değişimin ucunun açık ve yönsüz bırakmayacak, tam da toplumsal alandaki arayışın siyasal merkezini oluşturacak ikili görevle ilerlenmesi gerçeğini ortaya koyuyor. 

Kapitalizmin krizi sonrasında dünya ölçeğinde benzer bir mücadele ve arayıştan söz edebiliyoruz. Bu, uzun bir dönemi kapsayacak bir mücadele olarak şekilleniyor. Bugün sistem ciddi bir yönetme krizi yaşarken, sol yükseliş noktalarına rağmen henüz güçlü bir alternatif oluşturulabilmiş değil. Ancak, bu yöndeki adımların özellikle de genç muhalif kuşakların katılımı ile birlikte siyasal alanının en dinamik kuvveti olmaya başladığını söyleyebiliriz. 21.yüzyılın yeni bir başlangıç noktasında, önümüzdeki dönemde meydan hareketlerinin, kitle direnişlerinin birikimlerinin sosyalizmin yeni filizleri olduğunu söylemek hiç abartılı olmayacak.

Gezi’nin bir başka önemli noktası da halkın kendi inisiyatifiyle parlamento odaklı mücadelenin ve o eksendeki kurumsal muhalefetin sınırlarını aşmasıydı. Ülkenin neredeyse tüm meydanlarına yayılan halk inisiyatifi siyaseti burjuva düzenin sınırlarını dışına taşırdı.

Bu muhalefet aslında geçtiğimiz alt yıl boyunca bir daha eski sınırlarına dönmedi. Siyasal İslamcı rejimi zayıflatacak tüm alanlardaki seferberlik seçim süreçlerinde bir fiili cephesel hareket içine girmeye devam etti. Bugün, dikkat çekmemiz gereken temel nokta ise bu süreçlerin dışında, mücadele birikiminin tam da toplumsal alandaki kökleri ve dallarının yeterince güçlenmemiş olmasıdır. Bu durum hareketin birikiminin yeniden burjuva siyaset alanına hapsedilme riskini de beraberinde getiriyor. Öte yandan güçlü köklerle toplumsal alana tutunamayan hareketlerin sert rüzgarlar karşısında tutunma imkanının da sınırlarını yine geçtiğimiz altı yıl boyunca gördük. 

Önümüzdeki dönemde, toplumun şimdi biraz daha güçlenen değiştirme iradesini, toplumsal alana taşıyacak (bu anlamda yeniden burjuva siyaset sınırlarının dışına taşıracak) alanları çoğaltmak, bu zeminlerde kalıcı toplumsal örgütlenmeler yaratmaya ihtiyaç var. Gezi’nin, belki ancak son döneminde yapılmaya başlanan (ancak kuşkusuz yeterli olmayan) tek merkezden çok alana doğru yayılma, o alanlarda halk inisiyatifleri oluşturarak kendini sürdürme yaklaşımı… Sonrasında Haziran Hareketi’nin Meclis’leriyle bir adım daha ileriye taşınmaya çalışılan bu yaklaşımın izinde şimdi hayatın her alanında, gündelik hayata müdahale etmeyi önüne koyan bir anlayışla yayılma, kalıcılaşma, örgütlenmenin yollarını aramak gerekir. Gezi’ye başlayan mücadelelerin taşırdığı sınırlardan geriye düşmeden ilerlemek, toplumsal alandaki bu inisiyatiflerle mümkün olabilecek…

Gezi’nin içinde saklı geleceğe buradan yürüyebiliriz…

Gezi’nin güzel çocuklarına, yenilmez kahramanlarına… Ali İsmail’e, Berkin’e, Ethem’e, Ahmet’e, Medeni’ye, Mehmet’e, Hasan Ferit’e… Hepsine sevgiyle….