10 Nisan 1947’de İsviçre’nin Mont Pelerin kasabasında bir araya gelen 36 kişi “Mont Pelerin Cemiyeti” diye anılacak bir topluluk kurdular. Liberal akademisyen ve entelektüellerinden oluşan bu 36 kişinin arasında sonradan büyük üne kavuşacak olan Friedrich Hayek, Ludvig Von Mises, Milton Friedman ve Karl Popper gibi isimler de vardı.

Hepsi ateşli birer anti-komünist olan bu isimleri bir araya getiren şey bir “endişe”ydi: SSCB 2. Dünya Savaşı’ndan büyük bir saygınlıkla çıkmış, Avrupa’nın yarısı komünistlerin kontrolüne geçmişti. Bunun yanı sıra bütün Avrupa’da sosyal devlet uygulamaları yürürlüğe girmişti. Bu ise serbest piyasa fikrinin ve liberalizmin çok büyük bir yara alması demekti ve bununla mücadele edilmesi gerekiyordu.

1970’li yıllarda kapitalizmin yaşadığı büyük kriz, neo-liberalizm dediğimiz ve sosyal devleti tasfiye edip hayatın her alanını piyasalaştırmayı hedefleyen bir anlayışı tüm kapitalist dünyada egemen düşünce haline getirdi. Neo-liberalizmin “kurucu babaları” ise Mont Pelerin Cemiyeti’nin üyeleri Hayek, Mises ve Friedman’dı. Yani kuruluşunun üzerinden geçen 35 senenin sonunda cemiyetin fikirleri iktidar olmayı başarmıştı.

Cemiyet’in başka bir üyesi olan Karl Popper hayatını Marksizmi çürütmeye adamıştı. Bir bilim felsefecisi olan Popper bir yandan Marksizmin bilim olmadığını ispatlamaya çalışırken, öte yandan da “Açık Toplum ve Düşmanları” adlı kitabıyla Marx’ın Hegel ve Platon’la birlikte totaliter rejimlerin fikir babası olduğunu iddia ediyordu.

Onun öğrencilerinden ve hayranlarından biri olan George Soros adlı bir Macar finans spekülatörü, Popper’in kitabının isminden esinlenerek 1984’de “Açık Toplum Vakfı”nı ilk kez Macaristan’da kuracak, sonrasında da dünyanın birçok ülkesine bu vakıf ağını yerleştirecekti.

Soros’un adının ve vakfının esas popüler hale gelmesi ise 2000’lerin başındaki “renkli devrimler” adı verilen toplumsal hadiselerle birlikte olacaktı. Gürcistan, Ukrayna, Sırbistan gibi ülkelerdeki “otoriter rejimler”e karşı başlayan isyanları ABD, AB ve bunlara bağlı sayısız örgütle birlikte Soros’un vakfı da destekledi ve fonladı. Eylemcilerin eğitilmesinde, yayınlarının ve eylemlerinin finanse edilmesinde, uluslararası bağlantıların kurulmasında Açık Toplum Vakfı büyük bir rol oynadı.

Soros’un ve Açık Toplum’un etkinliği “zamanın ruhu”na çok uygundu. 90’ları ve 2000’lerin ilk on yılını kapsayan Sovyet-sonrası küresel çağda, kapitalizmle demokrasi arasında bir özdeşlik kuruluyor, kapitalizmin tüm dünyaya refah, barış ve özgürlük getireceği iddia ediliyordu. Soros ise küreselleşmenin ideolojisinin tüm dünyaya yayılmasında özellikle sivil toplum alanındaki faaliyetleriyle ve renkli devrimler aracılığıyla önemli bir rol oynuyordu.

Ancak 2008 yılında kapitalizmin yaşadığı kriz, neo-liberal politikalara yönelik büyük bir öfke yarattı ve “sağ popülizm” denilen akım giderek güçlendi. Neo-liberalizmin yoksullaştırdığı halk kitlelerinin aslında kapitalizme yönelmesi gereken öfkesi, solun son derece zayıf olduğu bir konjoktürde göçmenlere, mültecilere, yabancılara yöneldi ve sağ popülizm bunu ustalıkla manipüle etti. Hem bu düşmanlığı kaşıyan hem de “müesses nizam”la kavga eder görüntüsü veren Trump, Orban, Modi gibi liderler bu süreçte işbaşına geldi. Soros ise sağ popülizmin günah keçilerinden biri haline getirildi.

Sağ popülizmin ne olduğu ve günah keçisi olarak neden Soros’un seçildiği bir sonraki yazının konusu olacak. Üçlemenin son yazısında ise Gezi’ye ve Türkiye’ye geleceğiz.