Başlıktaki sorunun yanıtını aradığımız bir önceki yazıda önce “renkli devrimler”den ve bunlarla Soros arasındaki bağlantıdan söz etmiş, ardından da sağ popülizmin yükselişiyle Soros’un hedef tahtasına yerleştirilmeye başlandığını söylemiştik. Buradan devam edelim.

Sovyetler’in yıkılışı sonrası kapitalizmin zaferinin “tarihin sonu” tezleriyle ilan edilmesinin ardından, ortada bir zafer olmadığı ve tarihin de sonunun gelmediği kısa süre içerisinde fark edildi. Kapitalizm dünya ölçeğinde eşitsizlik ve yoksulluk üretmeye devam ederken, neo-liberal politikalar ABD ve Avrupa’da da eşitsizlikleri derinleştirdi, yoksulluğu arttırdı.

Sol siyasetin zayıf olduğu ve kendini alternatif olarak sunamadığı bir konjonktürde, neo-liberal politikalara yönelik öfkeyi ustalıkla manipüle edebilen sağ popülizm giderek kitleselleşti ve kimi ülkelerde iktidar olmayı başardı.
Genellikle “tek adam”ların liderliğinde yükselen sağ popülizm, sözde “düzen karşıtı” bir söylemi dillendiriyor ve kitleleri de bu söylemle etkiliyor. Bu tek adamlar, düzeni temsil ettiği varsayılan güçlerle kavga ediyor ve buradan halkın sempatisini topluyorlar.

Örneğin ABD’nin en zengin kişilerinden biri olan Trump, başta CNN olmak üzere büyük medya gruplarıyla ağız dalaşına, polemiklere giriyor, onları halkın çıkarlarına aykırı habercilikle suçluyor. Bu da Trump’ın ABD kapitalizmiyle kavga ettiği, düzen karşıtı olduğu gibi bir yanılgıyı besliyor.

Aynı Trump ABD halkının yoksullaşmasının nedeni olarak ABD’li şirketlerin üretimlerini yurtdışına kaydırmasını, ülkeye gelen göçmenleri ve serbest ticareti gösteriyor. Milliyetçi bir söylemle, ABD’li şirketler üretimlerini ABD’de yapar ve ülkeye göçmen girişi engellenirse ABD halkının refahının artacağını iddia ediyor. Trump bir deli ya da bir çılgın değil, ABD sermaye sınıfının özellikle Çin ve Almanya ile rekabette zorlanan ve bu nedenle de “serbest ticaret”e karşı olan kesiminin çıkarlarını temsil ediyor, küresel ekonomiye karşı ulusal ekonomi modelini savunuyor.

Sağ popülizmin Avrupa’da da yükselişte olduğunu biliyoruz. İngilizler, AB’den çıkışın ülkeye göçmen akışını durdurabileceğini düşünerek Brexit’e oy verdi. Her ikisi de sağ popülizmin ötesine geçen neo-faşist hareketlerin, yani Almanya’daki “Almanya için Alternatif”in ve Fransa’daki Ulusal Cephe’nin yükselişinin gerisinde de bu var.

Batı toplumları, dünyadaki eşitsizlik ve yoksulluğun kaynağının bizzat kendi devletleri olduğunu, göçmenliğin ve mülteciliğin gerisinde kapitalizmin bulunduğunu ve bizzat kendi yoksullaşmalarının da kapitalizmden kaynaklandığını görmedikçe, öfkelerini yabancı düşmanlığıyla, ırkçılıkla gösteriyorlar. Tek adamların, düzenle kavga ediyormuş numarası yapan demagogların peşine takılıyorlar.

Sağ popülizmin Soros’un ülkesi Macaristan’da da iktidar olması ise hayli ironik. Victor Orban Macar milliyetçiliğine yaslanan bir otoriter rejimi, elbette ki Macar sermayesini de memnun edecek ve kitlelerin afyonu olacak bir şekilde kullanıyor ve günah keçisi olarak da Soros’un temsil ettiği küreselleşmeci, liberal zihniyeti hedef alıyor.

Tam da bu nedenle Soros’un kendi ülkesindeki faaliyetleri de tehdit altında. Öyle ki Açık Toplum Vakfı’nın Macaristan’daki faaliyetlerini durduracağı, Budapeşte’deki Orta Avrupa Üniversitesi’nin de Viyana’ya taşınacağı söyleniyor. Liberaller yaratılışına bizzat katkı yaptıkları bir canavar tarafından tehdit ediliyorlar özetle.

Peki tüm bunların Türkiye ile ilgisi ne? O da üçlemenin son yazısının konusu olsun.