Gıda egemenliği, ortak varlıklarımızın yönetiminin kolektif ve demokratik olmasını, toplumsal denetim süreçlerine dayanmasını amaçlayan yeni bir toplumsal düzen istemek ve bu toplumsal düzen için mücadele etmek demektir

Gıda egemenliği hemen şimdi!

ADNAN ÇOBANOĞLU

Son yıllarda ülkemiz ciddi bir 'Gıda Krizi' yaşamakta. Mercimek, buğday vb anavatanı Anadolu olan birçok ürününü geçmişte ihraç ederken şimdi ithal eder hale geldik. AKP iktidarı son günlerde soğan ve patatesin de ihracatını izne bağlarken ithalatını ise serbest bıraktı. Neoliberal tarım politikalarının sonucu olarak üreticilerin ürettiği ürünler para etmez ve açlığa mahkûm edilirken gıdanın ticaretini yapan uluslar arası gıda şirketleri akıl sınırlarını zorlayacak büyüklükte paralar kazanıyor. Şirketler gıdayı üretir ve ürettirirken de kullandıkları kimyasallarla toprağı, suyu, havayı zehirleyip ekolojik dengeyi yok ediyor. Ürettikleri/ürettirdikleri ürünler de, her geçen gün besleyici ve insan bağışıklık sistemini arttırıcı özelliklerini yitirdiği gibi insan sağlığına zarar verici bir özelliğe de bürünmeye başlıyor. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli Dünya’da sağlıksız yeme alışkanlıkları nedeniyle yılda 2 trilyon doların sağlık harcamalarına gittiğini söyleyerek yakınıyor ama bunun gerçek nedenlerinden hiç bahsetmiyor.

Endüstriyel gıda sistemi denilen bu sistem; gıdayı bir meta, tohumdan başlayarak gıda üretimi ve tüketimini bir rant, sömürü ilişkisi olarak görmekte ve bütün tarımsal, ticari, siyasi politikalarını buna göre oluşturmakta, uygulamakta, dayatmaktadır. Bu politikaların ve dayatmaların sonucudur ki; çiftçiler topraklarını bırakmaya zorlanmakta, dünyada açlık sorunu, ekolojik tahribat, iklim krizi vb sorunlar derinleşmektedir.

Emperyalizm için gıda, aynı zamanda, ülkeleri ve insanları kontrol etmenin, ülkeleri sömürge haline getirebilmenin de önemli silahlarından birisidir. 1974 yılında Roma’da düzenlenen dünya gıda konferansında Amerika Tarım Bakanı bunu şu şekilde ifade etmekteydi; “gıda pazarlık sandıklarında en önemli araçlardan biridir insanların size güvenip dayanmalarının size bağımlı olmalarının ve bu şekilde sizinle iş birliği yapmalarının yolunu arıyorsanız, onları gıdaya bağımlı hale getirmek bana kalırsa mükemmel bir yöntemdir.”

DAYATMALARIN GÜCÜ

Tabii ki bu hedeflere ulaşmak birden bire olmamaktadır; Ulusların damak tadını değiştirme girişimlerinden tutunda, tarımsal ürün çeşitliliğini azaltma, tarımsal üretimi su ve enerjiye daha çok bağımlı hale getirme çalışmaları, tohumu kısırlaştırma girişimleri, bitkilerin genleriyle oynama araştırma ve uygulamaları, tohumları patentlemeye dönük yasal düzenleme ve uygulamalar, uluslararası ticaret kurallarının değiştirilmesi vb bir dizi sürecin ürünüdür. Uluslar arası sermaye bu süreçteki taleplerini ülkelere İMF, Dünya Bankası, DTÖ gibi kuruluşların aracılığıyla dayatmış ve uygulatmıştır.gida-egemenligi-hemen-simdi-680815-1.

Bu politikaların ortaya çıkarttığı sonuç ise çiftçilerin gıda egemenliğine saldırı, küçük çiftçilerin tasfiyesi ve tarımın şirketleştirilmesidir. Tarımın şirketleştirilmesi de küresel ısınmaya neden olan sera gazı salınımının çoğalması, toprağın ve suyun kirlenmesi, su kaynaklarının tükenmeye başlaması, bitkisel çeşitliliğin yok olması, küresel salgın hastalıklar (kuş gribi, domuz gribi gibi), yaygınlaşan kanser vakaları vb yeni belaları da dünyanın başına sarmıştır.

21. Yüzyıl başlarında da 3-5 gıda ve tarım şirketi dünyadaki tarımsal üretimin yüzde 80'inde ama tohumuyla, ama ilacıyla, ama pazarlamasıyla söz sahibi olur hale gelmiştir. 2016'da Alman kimya ve ilaç devi Bayer, tohum ve tarım ilaçları üreticisi Amerikan Monsanto şirketini satın alarak hem gıda üretimini kontrol eden hem de sağlıksız beslenmeden kaynaklı ortaya çıkan hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçları üretip satan küresel dev bir şirket haline gelmiştir.

GIDA GÜVENLİĞİ KAVRAMI

Bütün bu gelişmeler gıdayı tüketenlerin tükettikleri gıdadan kuşkularını da arttırmıştır. Kapitalizm bu kuşkuları gidermek için 'Gıda Güvenliği' kavramını devreye sokmuştur. Ama bu kavramının içinde ne canlıların 'Gıdaya Erişim Hakkı' vardır, ne de gıdaların besin bakımından yoksullaşması… Onlara göre gıda güvenliği hijyenik koşullara uygun paketleme, koruma, kimyasal kalıntı ve katkı maddelerinin belli limitleri aşmaması, paketlenmiş baklagillerin içinde taş vb maddelerin bulunmamasını ifade eder.

Neoliberal politikalar sonucu gıda sisteminin hızla şirketlerin kontrolüne geçmesi ve küçük çiftçilerin hızla üretimden tasfiye edilmesi süreci, aynı zamanda bir çok ülkede küçük çiftçilerin mücadelelerinin yükselmesine, ayaklanmalarına da beraberinde getirmiştir. Bu politikalara karşı farklı ülkelerde mücadele yürüten küçük çiftçi örgütleri, tarım işçileri, yerli halklar, küçük balıkçılar 1993'te bir araya gelerek ortak mücadele örgütü olarak La Via Campesina’yı (Çiftçi Yolu) kurdular. Çiftçi-Sen’inde üyesi olduğu La Via Campesina, Dünya genelinde 400 milyonu aşkın üyesiyle küçük çiftçilerin enternasyonal mücadele örgütüdür. La Via Campesina küçük çiftçilerin ve köylülerin tarım politikaları oluşturulması süreçlerinin dışında bırakılmasına ve neoliberal kırsal kalkınma modellerine karşı politika üretir ve mücadele yürütür.

1996’da Birleşmiş Milletler, Gıda ve Tarım Örgütü’nün -FAO- Roma’da düzenlediği Dünya Gıda Zirvesi’nde La Via Campesina gıda politikalarının, küresel tarım ve gıda şirketleri ve piyasalar tarafından değil gıdayı üretenler ve ona ihtiyaç duyanlar tarafından belirlenmesini savunur ve şirketlerin gıda sistemine karşı Gıda Egemenliği kavramını ilk kez dillendirir.

GIDAYI META OLMAKTAN ÇIKARMALI

Kısaca Gıda Egemenliği; kapitalizmin dayattığı gıda sistemine karşı durmak, gıdayı meta olmaktan çıkararak, piyasayla hesaplaşmaktır. Yerel tohumlara sahip çıkmak, tohumların patentlenmesine, GDO’lu tohumlara ve ürünlere karşı mücadele etmektir. Küresel İklim Krizi’ne gerçekçi çözüm sunmaktır. Daha az su, ilaç ve enerji kullanımı gerektiren ve dünyayı soğutacak bir üretim sistemi olan küçük aile tarımına sahip çıkmaktır. Doğanın ve tüm canlıların kimyasal ilaçlarla zehirlenmesine karşı çıkmak, kimyasal ilaç üreten şirketlere karşı mücadele etmek, ekolojik dengeyi korunmak demektir. Gıda egemenliği tüm canlıların gıdaya ve suya erişim hakkını savunmak suların ve su kaynaklarının özelleştirilmesine karşı mücadele etmektir. Toprağa sahip çıkmak, tarım arazilerinin şirketler tarafından enerji ve maden yatırımları, otoyollar, konut ve fabrikalar için gasp edilmesine karşı mücadele etmektir. Gıda egemenliği; insanların geçimini yok eden, dolayısıyla onları göçe zorlayan sermayenin ve metaların serbest dolaşımını değil; halkların özgür hareketini istemektir. Üreticiler ve tüketiciler arasında rekabet ve çatışma yerine işbirliğini ve dayanışmayı geliştirmektir. Tarım ve gıda politikalarının; gıdaya erişim hakkına dayanmasını, açlık ve yoksulluğun giderilmesini, temel insani ihtiyaçların karşılamasını, cinsiyetler arası eşitsizliğin kaldırılmasını savunmak ve bunun için mücadele etmektir.

Tüm insanların, gıda sistemlerini nasıl örgütleyeceğini kolektif olarak karar vererek, kamu yararını ilgilendiren tüm konularda ve kamu politikalarında karar alma süreçlerinde katılımcı olabilmesini sağlamak ve bunun için mücadele etmektir. Ortak varlıklarımızın yönetiminin kolektif ve demokratik olmasını, toplumsal denetim süreçlerine dayanmasını amaçlayan yeni bir toplumsal düzen istemek ve bu toplumsal düzen için mücadele etmek demektir.