Hükümetin son gıda politikası, fiyat düşürmeye yönelik olarak PttAvm’den ayçiçek yağı başta olmak üzere, zeytinyağı, şeker, bakliyat, un, tuz, salça ve bal gibi temel gıda ürünleri satmak olarak karşımıza çıktı. Aslında benzer bir şey 2018’de de denenmişti. Vatandaş geçinemiyoruz derken, çarşıdaki pahalılıktan şikâyet ederken hükümet, daha sonra kaybettiği büyükşehir belediyeleri aracılığıyla tanzim satış noktaları açmıştı. Tanzim satış noktaları, aracıyı ortadan kaldıran bir satış kanalı olmayı hedeflemişti. Bunu yaparken de ürünler üreticiden değil, tedarikçi firmalardan almıştı. Geçinme ve pahaya dair sorunları da çözememişti çünkü yapısal sorunları hedeflemiyordu.

Üç sene sonra bugün hükümet, açlık ve yoksulluk artarken, gıda fiyatları yükselmeyi sürdürürken yeniden aynı argümanlara ve yönteme sarılıyor. Yine fiyat artışlarından marketleri suçluyor. Tedarikçi firmalardan ürün almayı sürdürüyor. Farklı olarak yaptığı tek şey satışı belediyelerden, çevrimiçi bir kamu kuruluşu platformuna taşıması oldu. Bu şekilde ekonomik anlamda kaybettiği güveni yeniden tesis etmeyi amaçlıyor. Fakat nafile. Nafile çünkü her şeyden önce sorunların, fiyat artışının nedenini çarpıtıyor.

Marketleri sorunun kaynağı olarak işaret ederken, onları güçlendiren koşullarda hükümetin sorumluluğu yokmuş gibi; tarım ve gıda politikalarının fiyat artışlarında bir rolü yok gibi gösteriyor. Pandemi nedenli artan pazara erişim kısıtlarını, tedarik süreçlerinde yaşanan sorunları çözmüyor. Girdi maliyetlerini düşürmüyor. Çiftçinin borçlarının artmasını engellemiyor. Çiftçilere yeterli destek vermiyor. Tarım Kredi Kooperatifi, Çaykur gibi üretimde çiftçiyi işçileştiren kurumları güçlendiriyor. Tarım arazilerinin amaç dışı kullanımını teşvik ediyor. Nihayet, üretime dair hiç bir sorunu çözemeyen bir uygulamayı çözüm diye pazarlıyor.

Nitekim uygulama, üç gün bile geçmeden fiyat artışına çözüm olamayacağını gösterdi. Bir ürünün tedarikçinin kendi satış kanalından daha pahalıya satıldığı ortaya çıktı. PttAVM.com Genel Müdürü Hakan Çevikoğlu’nun sözleri bunun nedenini açıklarken, aynı zamanda bu politikanın fiyat artışı sorununu neden çözemeyeceğini de gösteriyor: “(...) Tedarikçiler, ürünlerini platformumuz üzerinden son tüketiciye ulaştırır, bu hizmeti sunarken de serbest piyasa koşullarında fiyatları kendileri belirler” dedi. Elbette, devletin herhangi bir düzenlenmesinden muaf, tedarikçilerin serbest piyasa koşullarında fiyatları kendileri belirledikleri bir sistem “fiyat istikrarı” sağlayamazdı.

Sadece bu da değil, fiyat istikrarı ve gıda fiyat artışını, çiftçinin, emekçinin, yoksulun aylardır yükselen sesine kulak vermeyen hiç bir politika da çözemez. Ne diyor çiftçi aylardır; “Tarlaya erişemiyoruz, borcumuz artıyor, girdi maliyetleri artıyor, maliyetinin altına satıyoruz, kredileri ödeyemiyoruz, intiharlar başlayacak, veresiye bile alamıyoruz, tarım çiftçiye lüks olmayan başladı, maden istemiyoruz….” Peki ya emekçiler ise; “Geçinemiyoruz, masraflar çok arttı, faturalar zamlandı…” Ve yoksullar; “Açız, kuru ekmeğe muhtacız...”

Hükümet ise öylesine kopuk ki halkın bu ihtiyaçlarından, vatandaşın aylardır bağırdığını ancak duyar gibi yapabiliyor. Şimdi tüm bu sorunlar dağ gibi büyümüşken, gelip bir çevrimiçi platformda ürün satarak gıda politikası yapmak da kendine yakışandır şüphesiz. Ne de olsa devleti, bir piyasa aktörü olarak düzenlemekte. Sorunları çözmeyi değil, bizzat tedarik pazarının aktörü olarak pozisyonunu güçlendirmeyi hedeflemesi de bu nedenle şaşırtıcı değil.

İhtiyacımız olan hâlbuki üreten ve tüketenlerin, gıdaya toplumsal eşitlik ilkesi temelinde egemen olması; yani gıda egemenliğidir. Gıdanın piyasa koşullarına hizalandırılmasına, tohumdan itibaren metalaşmasına, eşitsizliği derinleştirecek biçimde düzenlenmesine itiraz etmektir. Hakkımızı gasp edip imtiyaz olarak sunmaktan vazgeçin demektir.