Gıda krizi can alıcı biçimde derinleşirken, hükümetten bazı temel gıda maddelerindeki yüzde 8’lik KDV oranını yüzde 1’e düşürme yönünde bir tedbir açıklandı. Temel gıda maddelerindeki KDV oranının sıfırlanmasını savunmakla birlikte, “KDV sistemi sadeleştirme programı” kapsamında fiyat artışlarını önlemeye yönelik olarak alındığı ifade edilen indirim kararın bu anlamda hiçbir işe yaramayacağını da net bir şekilde görüyoruz.


Esasen tartışmaya öncelikle bir bütün olarak krizde olan gıda sistemi dediğimiz şeyin neleri kapsadığını hatırlayarak başlamak gerekiyor. Gıda sistemi tohumdan, gübreden, girdiden başlayarak gıdanın üretimden sofraya gelene kadar olan tüm aşamalarını kapsıyor. Dolayısıyla fiyat artışlarına karşı bir önlem alınmak isteniyorsa, bunun sistemin bütününü hedeflemesi gerekiyor. Üretimde kullanılan girdilere uygulanan KDV’lerden başlayarak, toprağa, yeme, tohuma, gübreye, elektriğe erişim gibi bütünüyle uluslararası veya yerel şirketlere teslim edilmiş aşamaları hedefleyerek, üretim maliyetlerini de düşürecek ve iklimsel değişkenleri de öngören ekolojik bir planlama yapmadığınız sürece KDV indirimi hamlesi olsa olsa hatalarınızı gizlemeye çabalayan bir yama işlevi görebilir.

***

Dahası, geçtiğimiz bir yıl içinde gübre çeşitlerinde yüzde 600’lere varan zamlarla karşılaşıldığını, mazot fiyatlarının da öngörülemez bir biçimde her gün arttığını, KDV oranı yüzde 1 olan ekmeğe erişimdeki güçlüğü ve bunların sebeplerini de görmezden gelmiş oluyorsunuz. Öyle bir yama ki bir siyasi hamle olarak iş görebileceğini düşünmek bile son derece iyimser kalıyor. Geçtiğimiz yıllarda, PttAVM’den ayçiçek yağı satışları, Tarım Kredi Kooperatifi marketlerinin sayılarının artışı, tanzim satışlar, depo basmalar gibi yıllardır gördüğümüz, kabak tadı veren yamalarla dolu sicil de bunu ispatlıyor.

İndirimi sorunlu kılan bir başka boyut da iktisatçıların KDV indirimiyle ilgili yaptıkları açıklamalarda kendini gösteriyor. Farklı çevrelerden iktisatçılar tedbirin çare olmayacağı yönünde özellikle tedarik kanallarının indirimi uygulamayacağı üzerinde duruyor. Enflasyonun sebepleri ile üretime ve tüketime yansıyan maliyetlerdeki durmak bilmeyen artış bir yanda, serbest piyasa gereği indirim kararının marketler tarafından uygulanmayacak olması diğer yanda KDV indirimini etkisiz kılacak faktörler arasında ifade ediliyor.

***

İlk bakıştı birbirinden farklı görünen bu sebepler, esasen kamunun bir piyasa aktörü haline gelmiş olmasından da beslenen gıdada finansallaşma olgusuna işaret ediyor. Finansallaşmanın, kamunun bu alana etkisini sıfırlayacak bir seviyeye ulaşmasıyla birlikte toplumun sermaye elinde nasıl da açlığa mahkûm edebileceğini gösteriyor. İşin aslı, yoksulluk, gelir kaybı, temel ihtiyaçlara erişim haklarının gaspıyla donarak hayatını kaybeden, barınamayan, eğitime devam edemeyen, borç içinde yaşamaya çabalayanlardan oluşan bir toplum yaratan hükümet, krizin etkisini gerçekten azaltmaya yarayacak bir çalışma yapamıyor. Fakat aksini pekâlâ yapabiliyor. Piyasaya müdahale edemeyip krizi de başka gerekçelerin arkasına saklarken, bunu emeğe karşı kazanç sağlamak için kullanmaktan geri durmuyor. Örneğin emeğinin adil karşılığını talep eden Migros depo emekçilerinin direnişine polis gönderiyor.

***

Migros ki kırda sözleşmeli tarım gibi köylü bilgisini değersizleştirip emeğini gasp ederek köylüyü proleterleştiren bir uygulamayı benimseyen, kentte ise raflara koyduğu ürüne yüzde 200’lere varan zamlar yaparken istihdam ettiği emekçilere bir ekmek parasını çok gören bir sicile sahip. KDV indirimini uygulaması da bu gibi şirketlerden, hem kır hem de kent emekçilerini güvencesiz işçilere dönüştüren, halkı da zamlar altında ezilmeye mahkûm edenlerden bekleniyor. Böylece temel ihtiyaçlara erişime dair haklarımızın dahi şirketler hâkimiyetinde metaya dönüşmesi anlamını taşıyan bu kriz her türlü tedbiri geçersiz kılıyor.