Hükümetin gıda enflasyonuna tedbir olarak önerdiği KDV indirimi üzerinden yaklaşık bir ay geçti. Fiyatlar düşmediği gibi ekmek kuyrukları da kısalmadı. Aksine gıda sistemi başka yerlerinden patlak vermeye başladı. Ayçiçek yağında kendini gösteren krizle marketlerde izdiham yaşandı. Bitkisel Yağ Sanayicileri Derneği’nin nisan ortasına kadar yetecek kadar yağ kaldığını açıklaması üzerine yeni zamlar gelmeden marketlerde yağ kuyrukları oluştu. İçişleri Bakanı’nın “Türkiye’nin bu konularda herhangi bir eksikliği söz konusu değildir” demesini ve Tarım ve Orman Bakanlığı’nın da ayçiçek yağı stoklarıyla ilgili iddiaları yalanlaması üzerinden henüz birkaç gün geçmişken 6 bin 99 ton ayçiçek yağı yüklü gemi 15 Mart’ta Mersin’e varmak üzere Rusya’dan yola çıktı.

***

Bu sırada gıdaya erişim konusunda yaşanılan güvensizliğe yönelik anlamlı ve ayakları yere basan bir açıklama yapılamadığı gibi toplumun gündelik hayatını saran ve bütünüyle serbest piyasanın spekülatif faaliyetlerine açık bir hale getirilmiş gıda üretim ve tüketimine karşı tepkiler polisiye tedbirlerle bastırılmak istendi. Toplumun telaşına Emniyet Genel Müdürlüğü’nden yanıt geldi ve konuyla ilgili “provokatif ve dezenformasyon içeren” paylaşımlarda bulunan 45 hesap hakkında inceleme başlatıldı. Sonra depolardan çıkarılan yağ kolileri görüntüleri ortaya çıkarıldı.

***

Bu 45 hesabın ne yazdığını bilmiyoruz. Yani hangi sözün, neyin/kimin provokatif, neyin dezenformasyon olduğunun aydınlatılamadığı bir düzlemde gıdaya erişim üzerine duyulan endişenin konuşulma biçimleri gibi bulanık hedeflerle demokratik haklarımız çiğnenir kılındı. Bu adım ile en temel hakkımıza dair kaygılarımızın böylece hedeflenmesi; gıda hakkımızın, onu tehdit eden tümüyle provokatif piyasa faaliyetlerinden daha “acil” görünmesi ile demokratik haklarımıza yönelik tehditler arasındaki ilişkiyi düşünmeyi gerektiriyor.

***

Bu, gündelik hayatımızda konuşup konuşamayacaklarımızı, politika ufkumuzu da belirleyen bir ilişki. Geçtiğimiz senelerde de 5996 sayılı kanuna “Gıda güvenliği ve güvenilirliği hususunda yanıltıcı yayın yapılamaz” ibaresi eklenmiş ve yanıltıcı ifadesinin belirsizliği nedeniyle eleştirilere neden olmuştu. Gıdaya ilişkin konularla ilgili yazmanın, konuşmanın artan şekilde kriminalize edilmesi gıda hakkımızın içinde girdiği tehlikenin, riskin ve krizin boyutlarının da haberini veriyor. Bu tür adımlar bir yanıyla da gıda krizinin çözümüne ilişkin bir önerisi olamayan iktidarın bu konudaki farkındalığı gösteriyor. Bir ay kadar önce KDV indirimi üzerine olan yazımda da dediğim gibi soruna bütünlüklü bir perspektifle bakılmadığı sürece çözülmesi de mümkün değil. Nitekim ayçiçek yağı kuyruklarını takip eden günlerde Resmi Gazete’de yayımlanan “boş bırakılan, atıl durumda olan veya nadasa bırakılan arazilerde hububat, baklagil ve ayçiçeği, kanola, soya, aspir gibi yağlı tohumlu bitki üretimine hibe desteği” verileceğine yönelik karar açıklandığı gibi eridi.

Üstelik bu destekten tapu sahipleri ile şirketlerin kârlı çıkacağına yönelik eleştirilerin üstü örtüldü, üreticilerin özellikle de fiyatları durmadan artan mazot ve gübre için doğrudan destek ihtiyacı ise duyulmadı. Yeni Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi bugün yaşanılanlar için “Allah’ın izniyle bu mazottur, gübredir, ilaçtır, tohumdur, emtia fiyatlarıdır, bundan endişe etmemelerini, tarlalarına, bağlarına, bahçelerine, ahırlarına, kümeslerine, ağıllarına sahip çıkmalarını istiyorum” biçiminde temennide bulunmakla yetindi.

***

Gıda yetersizliğihiç olmadığı kadar yakınken, sistemin krizini derinleştirecek yeni kararlara da imza atılıyor. Esasen polisiye tedbirler de, temsili demokrasinin gıda sistemini yöneten şirketlerin ve aktörlerin çıkarlarına uygun davranmasından doğan meşruiyet krizine verilen baskıcı yanıtlardır. Bu nedenle bir meta değil, bir hak olan gıdaya eşit ve adil erişimimiz için doğrudan demokrasiye ihtiyacımız var. Demokratik hak ve özgürlüklerin, toplumsal mücadelelerle kazanıldığını hatırda tutarak…