Gıda Krizi: Bir varmış, bir yokmuş…

Murat Büyükyılmaz

Türkiye’de tarım ve gıda alanındaki sorunlar uzun yıllardır varlığını sürdürse de son birkaç yıldır bu alanda yaşanan niteliksel bir değişimden söz ediyoruz. Bazen ‘tarımın çöküşü’ olarak adlandırılan bazen de ‘çiftçilerin isyanı’ ile gündeme gelen değişimi hakkıyla adlandıracaksak, istesek de istemesek de bir Gıda Krizi’nden bahsetmek durumundayız.

Gıda krizinden lafı açtığımızda ise hem kriz ifadesinden neyi kastettiğimizi hem de krizin tarihsel sürecini ilişkisel ve bütünsel bir çerçevede sunmak durumundayız.

Eğer kriz durumunu, belirli bir alandaki işleyişin artık işleyemez hale gelerek işleyişin tıkanması şeklinde ifade edecek olursak; tarım ve gıda alanında üretim, bölüşüm ve tüketim alanlarının tümüne sirayet eden bir kriz halinden bahsetmek hiç de yanlış olmayacaktır.

Sevgili Bülent Şık hocamızın birartibir.org sitesinde “SALGIN, HALK SAĞLIĞI VE MEDYA –I / Etken başka, neden başka” başlıklı yazısında önerdiği etkenler ve nedenler ayrımı ise, yaşanan niteliksel değişimin yani gıda krizinin analizinde bu açıdan çok önemli bir yöntemsel anahtar işlevi sağlıyor. Böylece, hemen hemen Covid-19 salgınının başlangıç günlerinde erişilen gıda krizinin tarihsel gelişimine baktığımızda, Türkiye’de tarım ve gıda alanındaki temel dönüşümlerden doğan nedenler ile süreç içerisinde ortaya çıkan farklı etkenler ayrımını yapmamız gerekiyor.

Her ne kadar son birkaç ayda çok farklı kesimlerden ‘gıda krizi’ ifadesini duyar olsak da AKP/Saray Rejimi’ne yönelik günlük politik eleştiri ve emekçi halkların tepkilerine yönelik bir politik salgı düzeyini aşan bir gıda krizi tartışmasına ihtiyacımız var. Çünkü günlük politik polemiklerin ötesine geçemedikçe sorunun nedenlerini ve etkenlerini ortaya koyamıyor ve haliyle de bir çözüm stratejisinden bahsedemiyoruz.

Günlük politikaları ardımızda bırakarak devam edecek olursak, gıda krizinin görüngülerini, yani topluma yansıma biçimlerini sıralayarak devam edebiliriz; evet çiftçi üretemiyor, evet çiftçi bankalara borcunu ödeyemiyor, evet gıda enflasyonu aldı başını gidiyor, evet emekçi halklar tüketemiyor ve beslenemiyor, evet evet evet…

Evet ama bunların hiçbiri bir günde meydana gelmedi, dolayısıyla birkaç idari düzenleme veya yardım politikalarıyla ortadan kaldırılamaz. Örneğin, çiftçilerin ithalata bağımlı girdilerin fiyatlarındaki artış sebebiyle üretimden çekilmesi karşısında çözüm olarak sunulan çiftçilere girdi yardımı, temel nedeni hesaba katmadığı için bir çözüm olamaz. Çünkü ithalata bağlı girdilerin artan maliyetleri, gıda krizinin aldığı biçimlerden birinin veya birkaçının etkeni olabilir ama temel neden değildir. Temel neden, tarım ve gıda alanında kapitalist sermaye birikiminin hâkim kılınması anlamına gelen endüstriyel tarımdır; analizin ve çözüm arayışının temelinde endüstriyel tarım ve gıda sistemi olmalıdır.

Çözüm stratejisi, nedenleri ve etkenleri ortaya koyan ilişkisel ve bütünsel bir yaklaşımla yaşama geçirilirse başarılı olabilir. Elbette içerisine sürüklendiğimiz gıda krizinin ortaya çıktığı biçimlerin üzerinde, endüstriyel tarım ve gıda sisteminin dışındaki etkenlerin de izi vardır; analiz ve çözüm stratejisi arayışında mutlaka hesaba katılmalıdır fakat izin derinliği ne kadar olursa olsun temel nedene ikame edilmemelidir.

Gıda krizinin son günlerde yaşanan bir diğer görüngüsünden bahsederek konuyu şimdilik burada noktalayacak olursak, Türkiye’nin enerji alanında yaşadığı krizin etkisiyle çiftçilerin üretimlerine devam edebilmek için gereksinim duydukları enerjiye erişimlerinde yaşanan sorunlar, hem endüstriyel tarım ve gıda sisteminden hem de Türkiye’nin enerji rejiminden kaynaklanan yapısıyla neden ve etken ayrımını içerisinde meydana geldikleri ilişkisel bütünsellikte ortaya koymamıza olanak sağlıyor. Bütünü hedeflemeyen ve ilişkileri yeniden kurmayan bir yaklaşımın çare olması mümkün değil.
Siz ilişkisel bütünsellik filan diye konuştuğumuza bakmayın, basbayağı toplumsal ihtiyaçlarımızı kâr için metalaştıran kapitalizm işte!