AKP’nin gıda-tarım politikasının iflası artık gizlenemiyor. Yandaş medyanın hiçbir sorun yokmuş tadında düzenlediği aldatıcı içerikleri bile iş görmüyor. Dahası, yandaş medya, sorun yokmuş gibi yapan haber tarzını başka bir boyuta taşıyarak, yoksula, doğrudan sefalet öneriyor. Açlığın toplumsallaşmasını dert etmezken, sefaleti olağanlaştırmaya çabalıyor. Geçinemeyenlere, beslenemeyenlere, çocuklulara, emekliye taze ürün tüketmemeyi, çöpten doymayı öneriyor; açlığı, niteliksiz ve yetersiz beslenmeyi salık veriyor.

Takvim Gazetesi örneğin, diyor ki "Bu haberi okumadan markete girmeyin, çıkarken üzülmeyin." Alışverişe tek ve tok çıkın; (küçük) sepetten şaşmayın… üzülürsünüz diyor. TRT, çöpten yiyecek nasıl üretilir tarif ediyor bir güzel; yumurtanın tarihi geçmişse bile tüketin diyor. Sonra AKP'li Mahir Ünal çıkıyor, çiftçinin durumunu konuşuyor bir programda. Bir diyalog aktarıyor: “bizi mahvettiniz” diyen çiftçiye “'Cebindeki telefonu kaça aldın?” diye sormuş. Ayda 450 lira ödüyormuş çiftçi 2018’de aldığı telefona. Ünal’a göre bu “Kaynaklarımızı, finansmanımızı, üretim yeteneğimizi kullanma becerimiz demek”miş.

Çiftçiye göre ne demek peki; ANKA Haber Ajansı çiftçiden aktarmış: "Mahir Ünal'ın dediği gibi çiftçinin ancak güzel bir telefonu olmaz. Güzel bir traktörü olmaz. Çiftçinin ancak bol bol borcu olur. Tarım Krediye borcu olur. Ziraat Bankası'na borcu olur. Mazotçuya borcu olur. Yemciye borcu olur. (elindeki tuşlu telefonu göstererek) çiftçinin ancak tuşlu telefonu olur. Çiftçinin elektrik borcu olur. Çiftçinin patatesi tarlada kalır, çürümeye terkedilir. Depoya korsa terörist olur."

Duymuyorlar mı dersiniz çiftçinin “asalım mı kendimizi” dediğini ya da “Tarım Kredi Kooperatifi’ne olan 22 bin liralık borcum olmuş 150 bin lira” diyerek aylardır eylem yaptıklarını görmüyorlar mı? “Biz bu işin içinden nasıl çıkacağız?” diye çaresizce sorduklarını. “Çiftçi artık üretmiyor, hayvancılık bitti.” dediklerini veya buna eşlik eden köy ve belde nüfusundaki düşüşe dair verilerden haberleri yok mu? Pekala haberleri var, görüyorlar ve farkındalar. Ama kulak asmıyorlar, reddediyorlar, yokmuş gibi yapmayı yeğliyorlar. Çıkıyor Tarım Bakanı “çiftçimizin morali çok iyi” diyor. Sonra bir diğeri de dönüp, kuru ekmek yiyen aç değildir diyor. Çünkü halkın ihtiyaçlarına dayanan adil, eşitlikçi ve demokratik bir tahayyül ufkuna da pratiğine de sahip değiller. Ne gıda politikasında ne tarımda ne borçlulukta, istihdamda ne de başka herhangi bir çerçevede bunu hedefleyebilecek bir ufukları var.

Tüm bunlar, böylesi bir zamanda muhalefetin hangi temelde neyi hedeflemesi gerektiğine dair öneriler de içeriyor şüphesiz. Yoksulluğun toplumsallaşmasından açlığın toplumsallaşmasına doğru giderken; “geçinemiyoruz” isyanı “beslenemiyoruz”a evrilmişken toplumsal eşitlik temelinde halkın gıda sistemine egemenliğini savunan mücadeleleri büyütmenin gerektiğini bir kez daha gösteriyor.

Bunu sıkça tekrar etmekle birlikte, bir slogan olmaktan çıkaran pratiklere, örgütlenmelere de işaret etmek gerekiyor. Bu zeminler arasında elbette ilk akla gelen tüketim kooperatifleri oluyor. Birer sivil inisiyatif olan tüketim kooperatifleri, üretici ve tüketiciyi karar mekanizmalarının dışında bırakan mevcut gıda politikalarına alternatif olarak, herkesin katılımına açık, gönüllü çalışan, kâr amacı gütmeyen, kolektif karar alan, dayanışmacı ekonomi temelli topluluklar biçiminde şekilleniyorlar. Birçok tüketim kooperatifinin başlarken model aldığı, deneyim ve birikimlerinden faydalandığı Boğaziçi Mensupları Tüketim Kooperatifi (BÜKOOP) örneğin, şöyle diyor:

“Amacımız, BÜKOOP benzeri tüketim kooperatifi modelinin mahallelerde ve iş yerlerinde gerçekleştirilebileceğine ilişkin ilham vermek, yeni tüketim kooperatiflerinin kurulmasını sağlayarak gıda, tarım ve hayvancılıkta hem küçük üreticinin hem de tüketicinin yaşadığı büyük sıkıntılara çözümler sunmaya çalışmak. Bir yandan da sağlıklı, kimyasalsız ürünlerin sadece yüksek gelirli gruplar tarafından tüketilebileceği anlayışını sorgulayarak, adil gıdanın tüm gelir gruplarına erişilebilir olmasını sağlamak.”

Şirketlere teslim edilen gıda sisteminin yarattığı sorunlara karşı dayanışma temelli bir çıkış böylece mümkün kılınabilir.