Erdoğan, her zaman devleti şirket, kendisini işletmeci, seçimleri şirket yönetiminin belirlendiği genel kurulu olarak gördü. Bakış açısı bu olanın işletmesi batınca işletmecinin de batacağını bilmemesi düşünülemez tabii.

Erdoğan’daki paniği siz de görüyor olmalısınız. Telaşına bakınca hissesinin yüzde 51’ini elinde tutan aile reisinin, hissesi her gün değer kaybeden yüzde 49’a güven aşılamaya çabalayan tüccar gerginliği içinde olduğu hemen fark ediliyor.

Zarar eden şirketten kendi hissesini satarak kâr payı dağıtıyor fakat o sattıkça hem şirketteki payı azalıyor, hem şirketin hisse değeri düşmeye devam ediyor.

Erdoğan, 24 Haziran’ı yönetimini belirleyeceği şirketin genel kurul sanıyor. Payı düşen ortakla yola devam etmekte ısrarcı, varını yoğunu CEO’nun kurnazlığına yatırmış bir kesim ise ortakları ikna etmeye çalışıyor: Kaybetse bile Reis iktidarını korumanın bir yolunu bulurmuş!

AKP, MHP, BBP ittifakının seçim taktiğini muhalefet partileri bozdu; oylarına sahip çıkmak için harekete geçen seçmenler de sandık, sayım oyunlarına gelmeyeceklerini gösteriyor. İktidar ise demokratik yollarla iktidarda kalmanın yolları tıkandıkça demokratik olmayan yollara tevessül etmekten çekinmeyeceği izlenimi vermeye çalışıyor. Erdoğan’ın, partisinin çoğunluğu kaybetmesi halinde A, B, C planlarından söz etmesi, iktidarda kalmanın şiddetten başka yolu olmadığını gören destekçilerinin demokrasi dışı beklentisini besliyor.

Seçimi kaybedenin nasıl davranacağını demokrasi belirlendiğine göre bilmediğimiz plan ne olabilir ki?

Kaybedeceklerini hissettikçe planları da belirginleşiyor: Hile bozulup, üstü örtülü tehditler kaale (dikkate) alınmayınca, profesörleri, gazetecileri, politikacıları, çete reisleri üzerinden açıkça silahlarına davranacaklarını dillendirmeye başladılar. “Sokak çocuklarının” ağzına almayacağı, birbirinin yüzüne bakarken insanı utandıracak küfürlerle kavga etmiş Erdoğan’la Bahçeli’yi barıştıran da büyük oranda Bahçeli’nin çete reislerine yakınlığı olmalı.

Vurma, kırma, öldürme, kovma tehdide başvurduklarına göre gidici olduklarını anladılar. Önceki seçimlerde gördüğümüz kibirden uzak durmaya çalışmaları da mütevazi olduklarından değil, valizini hazırlayan tatilcinin otelden ayrılırkenki burukluğundan... Gidiyorlar...

Gidiyorlar ama birkaç çapulcu dışında gitme diye önlerine yatan yok, olmayacak! Tehditler hepimizin bildiği benzetme gibi; boş! Ne Erdoğan ne Bahçeli için komşusuyla kentlisiyle kavga edecek bir taraftar görmüyorum. Servetini bu iktidara borçlu bir avuç yüklenici dışında kim bunlar adına kendini ortaya koyabilir. Din uğruna mı? İslamcılar, haksızlığa karşı çıkmadılar; adaletsizin, adaletsizliğin yanında oldular; hırsızlığın, yolsuzluğun parçası olmaktan çekinmediler. Hiçbir dindarın, adına siyaset yaptıkları dini utandıracak bu siyaseti ölümüne savunacağı düşünülemez.

Şiddetsiz, direnişsiz bir gidiş olacağı konusunda iyimser olmamız için bir neden de siyasal İslam’ın serüvenidir: Siyasal İslam, neoliberalizmin, nüfusunun çoğunluğu müslüman seküler ülkelerdeki siyasi aracıdır. Siyasal İslam, Suudi Arabistan gibi monarşilerde değil, siyasetin yapılabildiği yerde kendini gösterebilir. 16 yıl bir ülkeyi yönetmiş siyasi hareketin ülkeyi değilse bile kendini de imha edecek bir maceraya girmesi siyasallaşmış bir hareketin yapabileceği hata değildir. Yönetici kadrosu siyaset dışına çıkmayı aklına getirse bile, hem dayandığı güç odakları hem yeni söylemlerle yoluna devam etme şansı olan ikinci derecedeki parti kadroları buna müsade etmez.

Rol modeli AKP olan Tunus İslamcılarının Nahta partisi seçimleri kaybedince iktidarı sahiplerine teslim etti. Model olan niye dirensin ki? Demokratik olmayan yöntemlerle iktidardan uzaklaştırılan, Türkiye AKP’sinin öğretisini model olarak aldığı Müslüman Kardeşler silahlı direnişe başvurmamışken!.. Bizim islamcılarımız onlardan daha akılsız değillerse tabi...