2016 neresinden bakılırsa bakılsın Türkiye ve hepimiz için zor bir yıldı. 15 Temmuz, iki İslamcı fraksiyonun ülkeyi beraberce ne hale getirdiğini olanca açıklığıyla ortaya koydu. Yıllarca “darbelerle mücadele”nin ekmeğini yiyenlerden biri, diğerine darbe girişiminde bulundu, diğeri bunu bastırıp kendi karşı-darbesini yürürlüğe koydu.

Milli mutabakat, demokrasi, toplumsal uzlaşma gibi söylemlerin yaldızı darbeyi izleyen birkaç ay içerisinde dökülüverdi, darbe tehdidinin geçtiğine emin olunduktan sonra, iktidar yeniden kendi ajandasına döndü ve toplumun önüne “Türk tipi başkanlık” projesini tekrar getirdi.

Gerisi ise çorap söküğü gibi geldi. Önce uzun zamandır masada olan Cerablus Operasyonu “Fırat Kalkanı” adıyla hayata geçirildi, Suriye’ye dair emperyal heveslerden vazgeçilmediğinin de Kürt sorununda demokratik ve legal kanalların hızla kapatılacağının da bir işaretiydi bu. Operasyonun gelip dayandığı yer ise El Bab oldu. Burada yaşamını yitiren ve yaralanan askerler, hele hele IŞİD’in iki askeri vahşice öldürmesine dair video, Suriye’de nasıl bir bataklığın içerisinde olduğumuzu bir kez daha gösterdi.

Yılın son günlerine doğru Rus Büyükelçi’nin öldürülmesi ise tam da Halep’in cihatçılardan kurtarıldığı ve Suriye savaşının en kritik muharebelerinden birinin kazanıldığı zaman dilimine denk geldi. Üstelik suikastın ertesi günü Türkiye, Moskova’da Rusya ve İran’la birlikte imzaladığı deklarasyonla yeni-Osmanlıcı dış politikanın iflasını sessiz sedasız bir şekilde kabullendi.
Yılın başlarında milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla başlayan süreç, HDP’li vekillerin ve eş genel başkanların tutuklanmasıyla devam etti. Böylece Kürt sorununda aynı film bir kez daha gösterime girmiş oldu. Kürt sorununu bir asayiş sorununa indirgeyen güvenlikçi politikalarla bir yere varılamayacağı uzun yıllara dayalı bir tecrübeyle sabit olsa da, yeniden başa ve “son terörist kalıncaya kadar…” söylemine dönüldü.

İçeride ve dışarıda güvenlikçi zihniyetin siyasetin merkezine yerleşmesinin doğal sonucu, her türlü muhalif sesin “iç düşman” kategorisine yerleştirilerek susturulmak istenmesi oldu. Cumhuriyet’ten DİHA’ya, BirGün’den Diken’e uzanan bir genişlikte gözaltılar, tutuklamalar yapıldı. Yılın son günlerine doğru gelen Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay’ın tahliye haberine sevinsek de, çok sayıda muhalif gazeteci halen cezaevlerinde haklarında bir iddianame dahi yazılmadan tutuluyordu. En son Ahmet Şık da bu tutuklama dalgasından nasibini alarak cezaevine konuldu.

2016 akademiye de pek iyi gelmedi, başta barış imzacısı arkadaşlarımız olmak üzere, akademi de baskı politikalarının hedefine yerleştirildi ve ömrünü bilime, okumaya, araştırmaya, öğrencilerine bir şeyler ödemeye adamış yüzlerce bilim insanı akademiden kovuldu.

Dediğim gibi, zor bir yıldı 2016. Suikastlar, bombalı saldırılar, baskılar, zulüm damgasını vurdu hepimizin hayatlarına ve bu miras 2017’ye de devrildi. Yine zor bir yıl olacak, ağır bir yıl olacak ama insanın olduğu yerde mücadelenin, direnmenin, umudun hep var olacağını bilerek gireceğiz biz bu yıla da. Hayatı, umudu, iyiliği, güzelliği savunan herkesin yeni yılı kutlu olsun, eğilmemek boynumuzun borcu olsun!