Son zamanlarda peş peşe AKP’nin gerilediğini gösteren anketler yayımlanıyor. Değişik kamuoyu araştırmaları, 24 Haziran seçiminde AKP’ye oy verenlerden bir kesimin yarın seçim olsa oy vermeyeceğini iddia ediyor.

Yine aynı şekilde, yeni kurulan partilerin oy oranlarını yüzde 2-3’den yüzde 10’a kadar farklı gösteren anketler var, ama bunların hemen hepsi yeni partilerin asıl olarak AKP ve MHP’den oy alacağını söylüyor.

Araştırmalar; mutsuz ve gelecekten umutsuz bir topluma, cumhurbaşkanlığı sistemine karşı olanların oranının gittikçe arttığına, iktidar çevresinde yolsuzluğun yaygınlaştığına inanıldığına ve ülkede dindarlığın azaldığına işaret ediyor.

Yani Cumhur İttifakı ve ona bağlı olarak Erdoğan’ın yüzde 50+1 oy alarak “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”ni sürdürmesi sallantıda.

Geçen gün sohbet ettiğimiz deneyimli bir sağ politikacı; AKP’nin gidici olduğunu iddia ederken, bu gidişi tek adam yönetiminden yana olanlar ve ona karşı parlamenter sisteme dönüşten yana olanların mücadelesine dayandırıyor, Türkiye’nin geleceğinde parlamenter sistemde uzlaşanların koalisyonunun olacağına işaret ediyor, ancak bu dönüşümün sancısız olabilmesi için belki de Erdoğan’ın parlamenter sistem içinde dokunulmazlık garantili sembolik cumhurbaşkanı olmasında anlaşmak gerektiğini söylüyordu.

Erdoğan’ın, Kanal İstanbul konusundaki, “isteseniz de yapılacak istemeseniz de” tavrına AKP içinden de tepki olduğu; bu konuda vatandaşın ikna olmadığı ve “isteseniz de istemeseniz de”ciliğin kendilerine oy kaybettirdiği itirazlarının bazı parti yöneticilerince de dillendirildiği haberleri sızıyor basına.

Öte yandan, geçmişte din temelli siyaset yapmış ve AKP içinde etkin olmuş kimi politikacılardan veya daha alt düzey kadrolardan, “laikliğin kıymetini şimdi anladık”, “geç anladık” şeklinde değerlendirmeler de duyuyoruz.

Hal böyleyken, son haftalarda yükselen bir “şeriat tehlikesi” tartışması var.

Dün köşedaşım Güven Gürkan Öztan, tam da burada, “Bir kuşak laikliğin değerini bu iktidar yüzünden öğrendi” derken, bu iktidar altında laiklikten ne kadar uzaklaşıldığına, “kamu hayatının artık alenen dine göre tanzim edildiğine” dikkat çekiyordu.

Selçuk Candansayar da, Erdoğan’ın, “Kanundan değil haktan bahsediyorum” derken; asitli saldırıyla gerçekleştirilen erkek şiddeti sonucu yüzünü kaybeden Berfin Özek’in az ceza alışı gibi “çoğunluğun hayır diyemeyeceği, tersine destekleyeceği bir fikri” ifade ederken, satır aralarına nasıl şeri hukuk ve kısas fikrini gizlediğini anlatıyordu.

Aynı tartışmaya başka gazete ya da haber sitelerinin köşelerinde de rastlıyoruz.

Aslında, Türkiye bugün geldiği noktaya biraz da “Türkiye İran olmayacak” gibi şeriat karşıtı sloganları en yüksek sesle atanların, muhalefetlerini slogan atmanın ötesine taşıyamamaları ve ağır sorunlar yaşayan toplum kesimleriyle bütünleşememeleri, hatta onlara tepeden bakmaları sonucunda geldi.

Şimdi, “şeriat tehlikesi” tartışması yükselirken, ana muhalefet partisi, “vatandaşın gerçek gündemi ekonomi” diyerek, 2020’deki söyleminin de ekonomi temelli olacağını belirtiyor.

Vatandaşın gerçek gündeminin ekonomi olduğu kesin, ancak iktidarın o gündeme karşı kullandığı ana araç da din oluyor.

Muhalefet; işsizlik, yoksulluk, gelecek kaygısı gibi sorunlarla mücadele ederken, araştırma sonuçlarına bakıp iktidar gidici rehavetine kapılmamalı. “Giderayak şeriat mı olurmuş” denilerek, toplumun ve bütün kamu kurumlarının din temelli düzenlenmesine, eğitimden hukuka her alanın iktidarın din anlayışı çerçevesinde yapılandırılmasına karşı da güçlü bir direniş gösterilemezse faydasız son pişmanlıklar yaşanır!

cukurda-defineci-avi-540867-1.