Geçen hafta yazıyı “24 Haziran’dan itibaren Türkiye’de siyasetin yeni bir döneme girdiğini ve ülkede her şeyin çok güzel olacağını duymayan kalmayacak” diyerek bitirmiştim. Ve beklenen oldu. Hatta beklenenden de iyi oldu. İstanbul seçimi 800 binden fazla farkla kazanıldı. İstanbul sonuçlarını sadece İstanbul ile sınırlı tutmamak lazım çünkü İstanbul Türkiye’yi de temsil ediyor. Seçmen profiline baktığınızda […]

Geçen hafta yazıyı “24 Haziran’dan itibaren Türkiye’de siyasetin yeni bir döneme girdiğini ve ülkede her şeyin çok güzel olacağını duymayan kalmayacak” diyerek bitirmiştim. Ve beklenen oldu. Hatta beklenenden de iyi oldu. İstanbul seçimi 800 binden fazla farkla kazanıldı.

İstanbul sonuçlarını sadece İstanbul ile sınırlı tutmamak lazım çünkü İstanbul Türkiye’yi de temsil ediyor. Seçmen profiline baktığınızda kökleri ve bağları Anadolu’nun her noktasına ulaşan insanları görürsünüz. Bu sonucu genel seçime teşmil etmek de mümkün. Artık zaman AKP’nin aleyhine işliyor. Su yolunu bulmuştur. Bunu geriye çevirmesi mümkün olmayacaktır.

Peki, ne oldu da 31 Mart ile 23 Haziran arasında fark bu kadar büyüdü? Aslında ekonomik verilere baktığımızda Mart ile Haziran arasında çok önemli bir değişim gözlenmiyor. Veriler aşağı yukarı aynı: enflasyon, işsizlik, dolar kurunun seviyesi vs. pek değişmedi. Ekonomideki gidişatın sonucu farklılaştırması söz konusu değildi.

Seçmen davranışını etkileyen en önemli unsur YSK’nın seçimleri iptal etme sürecidir. Yanlış anlaşılmasın bu iptalin yol açtığı “mağduriyetten” bahsetmiyorum. Seçimlerin hiçbir hukuki dayanağı olmadan iptal edilebilmesine imkân veren yönetim modeline gösterilen bir tepkidir İstanbul seçimleri.

Bu ay birinci yılını dolduran, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olarak adlandırılan, ancak hepimizin bildiği şekliyle “Tek Adam Modeli” olan, yönetim şekline gösterilen kırmızı karttır.

Güçler ayrılığının ortadan kalktığı, kurumsal yapının çöktüğü, kuralların bağlayıcılığının olmadığı tüm kararların merkezinde bir kişinin bulunduğu rejim bir yıl içerisinde zımni olarak seçmen tarafından reddedilmiştir. Dolayısıyla aslında seçimin kaybedeni “modelin tasarımcısı” olmuştur.

Seçim bitti şimdi ihtiyat akçesini de harcıyorlar

Bugünkü yazıyı yazarken Merkez Bankası’nın “ihtiyat akçesinin” Hazineye devredilmesi için düzenleme yapıldığı haberi önüme düştü. Bu konuyu daha önce bu köşede şöyle yazmıştım:

“TCMB Kanunun 60. Maddesinin a bendinde Banka’nın yıllık brüt karının %20’sinin ihtiyat akçesi olarak ayrılacağı yazılıdır. Bu tutar ayrıldıktan sonra kalan karın %10’nun da “fevkalade ihtiyat akçesi” olarak ayrılması aynı maddenin c bendinde belirtilmiştir. Bu iki bende baktığımız zaman toplam brüt karın yaklaşık %28’i ilgili kanuna göre dağıtılamaz.

2018 sonu bilançosunu itibariyle MB’nin ihtiyat akçelerinin toplamı 26,7 milyar lira. 2018 yılı brüt karı ise 66,9 milyar lira. Bu tutardan ihtiyat akçesine aktarılan miktar 18,2 milyar liradır. Bunu da eklediğimiz zaman şu anda bankanın ihtiyat akçelerinin toplamı 45,8 milyar liraya ulaşmaktadır.

Şimdi Hazine bu paraya göz koymuş. Bunu da alıp harcamak istiyor. Ancak bu parayı alabilmesi için Merkez Bankası Kanunun 60. Maddesinde bir değişiklik yapılması gerekiyor. Çünkü bu madde olduğu gibi durduğu sürece bu paranın Hazineye aktarılması söz konusu olamaz. Anladığım kadarıyla yapacakları bir değişiklikle “ihtiyat akçesi” olarak ayrılmak zorunda olan tutarın da kar payı olarak dağıtılması için banka genel kurulunun yetkilendirilmesine imkân verilecektir. Genel kurulda en fazla paya sahip hissedar da Hazine olduğu için bundan sonra her yıl bu kalemde ayrılan paranın da Hazine’ye düzenli olarak aktarılmasının önü açılmış olacaktır.”

Para yok ama harcama çok. Hazine doğrudan MB’den borçlanamadığı için bu yolu seçiyorlar. Aslında yaptıkları Merkez Bankasının para basmasından farklı bir şey değildir. Böylece hem harcama yapmaya devam edecekler hem de “bakın bütçe disiplini uyguluyoruz, “bütçe açığı/ gsyih” oranı bilmem neyin üstüne çıkmadı diyecekler.