Kılıçdaroğlu’nun “geliyor gelmekte olan” sözü geçen ay epey sükse yapmıştı. Gerçi tersinden söyleyince daha anlamlı ve doğru olabilir: Gidiyor gitmekte olan! Çünkü “gitmekte olan” deyince giden bellidir. Ama gelmekte olan kimdir? Gelmekte olan nedir?

Seçim olursa halk mı iktidara gelecektir? Öyle hayallere hiç kapılmayın. Altı partinin bir araya geldiğinde beyan ettikleri “güçlendirilmiş parlamenter sistem” nedir, bir bilen var mı? Başkanlık rejimine dek “güçlü” bir parlamento ve onun sayesinde güçlendirilmiş fiili bir faşizmi de yaşamıştık.T24 sitesinde Mehmet Y. Yılmaz haklı olarak “Parlamenter sistem diye bir şey biliyorum, ama bunun ‘güçlendirilmişi’ nasıl olur, neye benzer, duymadım da, okumadım da!” diyor ve ekliyordu: “Parlamentonun ‘güçlü’ olabilmesi için olmaz ise olmaz şart, milletvekillerinin, parti liderlerinin iki dudağının arasına sıkışmamış olması. Kendi içinde demokrasiyi kuramamış partiler, demokratik bir rejimi nasıl kuracaklar?” O “altı parti” bunu da konuşacaklar mı?


Son günlerde yine meclis muhalefetinin iktidara yönelik en ciddi eleştirisi “beceriksiz” olduklarıdır. Beceriksizlermiş! “Beceriksiz”, yapmak isteyen ama yapamayandır. Neyi istediler de yapmadılar? Her bir şeyi çok güzel becerdiler. Becermek konusunda emsalleri yoktur. Beceriksizlik ise kabahattir. Suç değildir. Beceriksiz diyerek işledikleri suçlar yok mu sayılacak?

ÇÖKÜYOR ÇÖKMEKTE OLAN

Gidiyordur gitmekte olan. Çünkü çöküyor çökmekte olan. Her şey çöküyor. Ve her şeye çöküyorlar. Ekonomi çöktü. Neden? Çünkü ekonomiye de çöktüler. “Çökmek” gidişattaki en özet kelimedir. Bulunduğu düzeyden aşağı inmek, çukurlaşmaktır. Ve bir de elbette İçişleri Bakanının “Bursa’da Köfteci Yusuf’a çökmeye çalışıyorlar” cümlesinden ve Sedat Peker’in “Mehmet Ağar’ın marinaya çöktüğü” iddiasından bildiğimiz anlamı var. Zorbalık yaparak, tehdit ederek, korkutarak el koymak! İktidara da çökmeye devam etmek istiyorlar.

Çökmek bir de “göçmek” demektir. Göçüyordur göçmekte olan ve o an geldiğinde birçoğu ülkeden kaçacak, göçecek ve göçmen olacaktır. Ve göçmenliklerinde kendi göçmen politikalarının sonuçlarının acı etkisini de hissedeceklerdir.

Gidiyordur gitmekte olan, ama Kürt çözümü bakımından ne gelecek? Meşru muhatap (ama hâlâ “altı muhalefet partisi” arasında sayılmayan) HDP ile birlikte gerekli adımlar atılacak mı? Bakın işte HDP ilk kez Kürt sorunu ile ilgili bir tutum belgesinde “İmralı’yı” anmadan bir çözüm açıkladı. “Kürt sorunu için çözüm adresi Meclis” vurgusu yaptı. Statü ya da özerklik söyleminden uzak duruldu. “HDP bir Türkiye partisidir ve tüm sorunların çözümüne taliptir” diye (yine) öne çıktılar. Güzel değil mi?

En önemlisi, gitmekte olanlar, tamamen gitmiş olacaklar mı? Yalanlarını da yanlarına alıp gidecekler mi? Saraylıların kanaat önderi Hayrettin Karaman, iktidara fayda verecekse yalan söylemek caizdir diyor. Bu şahsı 17-25 Aralık patladığında ayakkabı kutularına doldurulup bakanlara verilen “hediyelerin” İslam hukukuna göre rüşvet sayılmaması gerektiği fetvasıyla hiç unutmamıştık. Son fetvasını da verdi: “Bu iktidardan pek çok beklentiniz gerçekleşti, camiayı hayretle izliyorum, bak demedi demeyin, sonra Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olursunuz, iktidara zarar verecekse haksızlık ve yanlışlardan şikâyetle doğruları söylemek caizdir diyemem.”

DİNDAR SEÇMENİ KÜSTÜRMEMEK

İyi de “gidenlerin yerine geleceğiz” iddiasında olanlar, dindar seçmeni küstürmeyelim diye laiklik konusunda yan çizmeye devam etmeyecek midir? Bulgur dedikleri “kazanılmış ve kazançlı” mevzilerine, devlette kadrolaşmalarına, tarikat holdinglerine dur denilmesi bir yana, bu sefer aynı pilava kaşık sallamayacaklar mıdır? Kaşık elde bekleyen Nagehan Alçı daha şimdiden Habertürk’te yeni Anayasa’da Cumhurbaşkanının sembolik görevde olması gerektiğini yazmaya başladı bile…

Bu arada geçen hafta ABD’nin Foreign Policy dergisinde, ilk yıllarında AKP iktidarını epey destekleyen Steven Cook’un, Erdoğan’sız Türkiye üzerine yazdıkları tartışıldı. Cook seçim yapılmazsa, ülke daha istikrarsız hale gelebilir ve “başka şeyler” olabilir diyordu. Gitmekte olanlar “gitmiyorum” derse “başka şeyler” olabilirmiş. Korkutucu!

Tabii ki bizim arzuladığımız bir “gelecek” seçimle veya kendiliğinden gelmeyecek. Onu biz getireceğiz. Geleceği getirmek zorundayız. Hem isim (istikbal) olarak, hem fiil/eylem (gelmek) olarak...

Ve işte Nazım Hikmet “Beş Satırla” şiirinde zaten anlatmıştı meramımızı:

“Annelerin ninnilerinden/ spikerin okuduğu habere kadar,/ yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,/ anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,/ anlamak gideni ve gelmekte olanı.”