“Gil buna karşı çıkıyordu…”

Çalışma odamda bir Gil Scott-Heron posteri asılı, o meşhur gülümsemesi var yüzünde. Sık sık cezaevine girip çıkan, yaptığı albümlerle ve yazdığı şarkı sözleriyle bir efsane. 27 Mayıs 2011’de hayata veda etmişti ve o yıllarda çıkardığımız “Sıcak Nal” adlı dergide Gil Scott-Heron’un bir tür babalık yaptığı, okuma yazma öğretip yazar olmasının önünü açtığı, sonradan Abdul Malik Al Nasir adını alan Mark T. Watson’ın The Guardian’da yayımlanan bir yazısına yer vermiştik. O yazıyı okuduktan sonra, Scott-Heron’a duyduğum sevgi daha da artmıştı. Şimdi, Can Yayınları onun ABD’de bir üniversitedeki siyahî öğrenci hareketinin serüvenini anlatan “Zenci Fabrikası” adlı romanını yayınladı.

Romanı okurken, gözüm sık sık posterindeki gülümsemesine takılıyordu. Okuduğum roman, bu topraklarda da yaşanan çelişkilere çok benziyordu, dünyanın neresinde olursanız olun benzer bir hayal kırıklığı… Al Nasir, yazısında şöyle diyordu: “Henüz 18’imdeydim ve bakımevinde geçirilen bir çocukluk dönemini yeni yeni geride bırakıyordum, travmaya uğramıştım, cahildim ve hayattan hiçbir beklentim yoktu. (…) Gil elinden geldiğince akşamlarını bana ayırıp akıl hocalığı yapmayı, cesaret aşılamayı ve içimde özdeğerimi güçlendirmeyi kendine görev edinmişti. 9 yaşından itibaren bakımevindekiler uyumsuz ve işe yaramaz biri olduğum düşüncesini aşılamıştı bana; fakat Gil buna karşı çıkıyordu.”

“Gil buna karşı çıkıyordu…” Posterdeki gülümsemesinin tam olarak anlattığı buydu: “Başına kötü şeyler gelebilir, acı çekebilir, hayattan bir beklentin kalmamış gibi hissedebilirsin, ama yanılıyorsun sevgili dostum.” Özdeğer demek, mutlu bir şekilde yaşamaya hakkın ve bunu gerçekleştirecek güce sahip olduğunu bilmektir. Gil Scott-Heron’un Al Nasir’e bunu aşılıyor olması, kendi sorumluluğunu almasını sağlayarak hayatını değiştirmiş. Özdeğer, kendine ve yaşadığın dünyaya verdiğin değerle ilişkilidir. Gil Scott-Heron’un Al Nasir’e aşıladığı özdeğer bu yüzden siyasidir, bireysel olduğu kadar toplumsaldır, özdeğeri yüksek kişi sadece kendisini düşünmez.

Yazdığı romanda da bahsettiği üniversiteli gençler, sadece kendilerini düşünmüyorlardı. Gil Scott-Heron, kitabın başına yazdığı notta şöyle diyordu: “İnsanlığın bilgi birikimi şaşırtıcı bir hızla büyürken kurumlarımız beyazlara özenen, yürekten değil ezberden tepkiler veren yarı-düşünürler yetiştirmekle yetiniyor.”

“Yürekten değil ezberden tepkiler veren” tespiti, nasıl da her şeyi özetliyor, yürekten olmadığı sürece sadece “yarı-düşünür”sünüzdür, özdeğeriniz düşüktür, diplomanın ya da paranın “özgürlük treni”ne binmeniz için yeterli olacağını sanırsınız, gerçekte ise hayatı denetleyen ve yok eden düzeneklerin bir parçası olmuşsunuzdur; artık hayatınızda bir anlam ve değer sorunu vardır; Arno Gruen’in kitaplarında uzun uzun bahsettiği ve faşizm virüsünün yayılmasına neden olan “kendilik nefreti” tuzağına yakalanmışsınızdır. Özdeğerinizi parada, şöhrette, mevkide, ötekine duyduğunuz nefrette, başkalarının onayında ararsınız. Gil Scott-Heron, üniversite mezunu olmasa da yazdığı kitaplar sayesinde John Hopkins Üniversitesi’nde yaratıcı yazarlık alanındaki yüksek lisans programına kabul edilmiş, tezini sunmuş. “Circle of Stone” adlı tezi de bir gün basılır belki. Gil Scott-Heron’un posterine takılıyor yine gözüm. Çalışma masamda geriye doğru yaslanıp, bana bir şey söyleyecekmiş gibi yüzüne bakıyorum. “Yürekten…” diye başlayan bir cümle kurmasını bekliyorum. Yazdığı romana dönüyorum yeniden ve aklıma Paul Nizan’ın “Fesat” adlı romanı geliyor, konuları benzer olduğu için bu iki romanı yeniden birlikte okuma düşüncesi… Yordam Kitap, “Fesat”ın yeni bir baskını yayınlamıştı. Paul Nizan’ın “Dünyaya karşı bir suçlama olmayan tek bir büyük eser yoktur” sözünü hatırlıyorum sonra. Neden bir suçlama? Eduardo Galeano, “Sorumsuzluk ayrıcalığını talep eden yazarların ve sanatçıların sayısı çok fazla. Tarihten ve toplumsal mücadeleden ayrı tutulunca kültürel işlev metafizik bir şey olur” diye yazmıştı. Özdeğerini yitirenlerin sorumluluktan kaçmasıyla… Gülüyor Gil Scott-Heron, beni de gülümseterek… Odanın penceresini açıyorum, serin bir hava, hayat kokuyor...