Hafta sonunda, ABD heyetinin Suriye’de oluşturulacak güvenli bölge konusunu tartışmak üzere Ankara’ya gelmesinden hemen önce, Erdoğan bir kez daha Fırat’ın doğusuna operasyon sinyali verdi:

Biz Afrin’e girdik, Cerablus’a da girdik, Biz El-Bab’a girdik. Şimdi de Fırat’ın doğusuna gireceğiz. Biz, bunu Rusya ile de Amerika ile de paylaştık.

Yerel seçimin hemen ardından iç siyasette kartlar yeniden karılırken, dışarıda da merkezi Suriye olan gelişmeler yaşanıyor. Suriye içerideki gelişmeleri etkileyecek bir kaynamaya gebe ve orada da kartlar yeniden karılıyor.

Güvenli bölge konusunda iki hafta önce ABD ile yapılan görüşmelerden bir sonuç çıkmamış, ardından en üst düzeyde Türkiye’nin pozisyonunu pekiştiren, bir anlaşma olmazsa güvenli bölgeyi Türkiye’nin tek başına oluşturacağını vurgulayan açıklamalar gelmişti.

Dün yeniden başlayan görüşmelere ABD’nin ne gibi yeni önerilerle geldiğini henüz bilmiyoruz. Ancak Türkiye’nin kabul ettiremediği öneriler paketinde; 1- Sınır boyunca 32 km derinliğinde bir güvenli bölge oluşturulması, 2- Burada kontrolün büyük ölçüde Türkiye’de olması ve güvenliği ABD ile Türkiye’nin birlikte sağlaması, 3- Tüm terör unsurlarının bölgeden çıkarılarak bölgenin silahsızlandırılması ve YPG/PYD güçlerinin ağır silahlardan arındırılıp bölgedeki tahkimatlarının yok edilmesi, 4- Bu sürecin nasıl koordine edileceği ve 5-Türk-ABD ilişkilerinin geleceği var.

Konuyu tartıştığım bir askeri uzman, bu türden pazarlıkların nasıl yürüdüğünü şöyle anlattı: “Bu tartışmalarda üç nokta olur; 1- Teklif noktası, 2- Hedef noktası, 3- Direniş noktası. Teklif noktası genellikle hedef noktasından ileridir ve pazarlık sonucu o teklif noktasından geri çekilebilirsiniz. Nereye kadar? Direniş noktasına kadar. Orası sizin daha geriye gidemeyeceğiniz noktadır. Eğer maddelerden birinde kazanımlar elde ederseniz; bir diğer maddede, söz gelimi derinlik konusunda geri adım atabilirsiniz.

Güvenli bölgenin Türkiye açısından iki büyük önemi var. Birisi, sürekli vurgulanan güvenlik konusu ise, diğeri de son seçim sonuçları ile AKP’yi de iyice rahatsız eden Türkiye’deki 3-4 milyon Suriyeli varlığıdır. Ankara’nın hesapları arasında oluşturulacak güvenli bölgeye Türkiye’deki Suriyelileri yerleştirmek de var.

Gerçekleştirilebilirse kısa vadede iktidarın elini çok rahatlatacak bu türden bir gelişme sahadaki gerçeklikleri göz önüne aldığınızda hiç kolay değil.

NATO müttefiki Türkiye ile Suriye’deki temel ortağı YPG/PYD arasında tercihe zorlanan ABD’nin, bugüne kadar silahlandırıp geliştirdiği Suriye yerel ortağından vaz geçmesi kolay değil. ABD, Suriye’deki varlığını ve ilişkilerini, orası ile sınırlı değil, başta İran’ı hedef alan bölgesel planları çerçevesinde düşünüyor.

ABD kalkanı ortadan kalktığında ve Türkiye ile daha önce (Afrin’de) girmediği kapsamlı bir çatışmaya girme durumunda kalması halinde, YPG/PYD’nin Suriye ordusu ile ittifakı da yakın bir olasılık olarak duruyor.

Öte yandan, Erdoğan’ın “Girdik mi, girdik” dediği bölgelere girişin ABD, Rusya ve hatta Suriye’nin (örtülü de olsa) rızasıyla olduğunu unutmamak gerek.

Fırat’ın doğusu için o “rıza” kolay elde edilebilir bir şey değil. Şimdi yapılan açıklamalar masadaki pazarlığı zorlamak için değilse ve bölgenin demografik yapısını önemli ölçüde değiştirecek bir müdahaleye daha önce sağlanan “rıza” olmaksızın girişilirse, ağır maliyetleri olan bir sonuç ve on yıllarca sürecek bir sorunlar/krizler yumağı ile karşı karşıya kalınabilecektir.

Girdik, gireriz” demek kolay ama her şeyden önce “Nasıl çıkarız?” sorusuna verilmiş bir yanıtınız olmalıdır.