İstasyonun turkuaza boyalı pencerelerinin rengindeki valizini bir oraya bir buraya çekiştirdi. Sanki valiz değil gezdirilmeye çıkarılmış bir evcil hayvandı da eşeleyecek toprağını arıyordu. Böylelerini iyi bilirim. Gitmemek için gelirler buraya… Giyinirken ya da çantalarını hazırlarken attıkları yardım çığlıklarını istasyonun zili gibi duyarım. Sesleri duyulmayınca valizleriyle vakit kazanmak isterler. Bu trene de binmeyecek iddiaya girelim mi seninle? Böylelerini iyi bilirim. Yürüyen merdiven durunca bile şaşırıp sağına soluna bakanları… İradelerini evde unutmuş gibileri... Ha bir de konuşunca herkese nasihat verenleri… Kâinatın sırrını çözenler. “Şunu yapmalısın, bunu yapmalısın, haydi hoppa şimdi, sen şöylesin, sen böylesin…” İyi de sen kimsin? “Kelebekler, böcekler, kertenkeleler, sev, öp okşa, gıdıkla, sen ol, adam ol, şöyle ol, böyle ol…” Bugün para ediyorken lafazanlıklarınız; biriktirin, saklayın zamanı var. İstasyonun yavruağzı kolonları dökülene kadar, tuvaletlerin içi farelerin durağı olana kadar, tahta iskemle ateşte çıtırdayana kadar… Vaktiniz var.

“O kısmı az yağladın!” Her gün aynı işi yapıp yine de işten kaytaranlar… Böylelerini iyi bilirim. Ben olmasam o raylar çoktan paslanırdı. Hem ben burada oturmasam… Bilemiyorum, seyirciler nasıl görür birbirinin tekrarı hayatlarımızı, içindeyken anlamak zaman alır. Ne de olsa artık aşklar rakibi kollayarak yaşanır, garantili taktiklerle oynanır. Yapamadığımız sorular hep çalıştığımız yerden gelir, kalemize goller hep aynı kanattan... Hem şu kadının eline yapışan valiz var ya... İyi bilirim.

İstasyon kedisinin insanın yüzüne dikkatlice bakıp sonra “of be yeter” der gibi kafasını çevirişine saygım var. Bırakıp gidemeyenlere ders olsun. İstasyonun üç bacasını bildiğim gibi bilirim gidemeyenleri. Ahmet, Şükrü ve Nuri! Şükrü en uzunları, başı dumanlı olanı… Onlar da bir yere gitmez, gidemez. Misal Nuri kimseden imdat beklemez. Ben istesem giderim de yavruağzına aşığım ben… İstasyonun çatısındaki yavruağzına… Yoksa gidemediğimden değil hani.

“Hilmi abi, geç oldu kalksan artık?” Eli sopalı adam yine geldi. Trenin gidişi gibi uzadı sesi… Kara köpeğin havlaması gibi… Her akşam beni bu istasyondan kovalamaya çalışanların bensiz yapamayacağını iyi bilirim. Sen ne düşünürsen düşün. Ben olmasam burada işler yürümez. Çünkü gitmek istemeyenlerden ben anlarım. Onların dilini ben bilirim. Gezdirilen valizlerden, bilerek kaçırılan trenlerden, kapıya defalarca bakan gözlerden… Anlarım. Herkes istasyonları gidenlerin durağı zanneder oysa istasyon kalmak isteyenlerin yurdudur. Bir şeylerin düzeleceğine son kez inananların… İmdat çığlığı, siren sesiyle bastırılanların…

“Hilmi abi gözünü seveyim, kapatıyoruz bak. Burası değişecek başka bir şey olacak, gelme artık buraya... Kurban olayım gelme…” Vakit doldu bilirim. Yavruağzı boyalar kazınacak, ahşap pencerelerin yerini soğuk demirler alacak. Tahta iskemleler kalkacak, renkli plastikler oturacak. Ama ne olursa olsun istasyonun kocaman tahta kapısından gülümseyerek girecek biri var, bilirim. İşte o gün gitmeye karar verenlerden biri daha eksilecek. İstasyonun saati yine umuda dönecek.