“Düşünüyorum da dünyaya kıyasla, ne kadar az yalan var aramızda. El yordamı bir hayat sürüyorduk ama yalansızdık.”

Göbek oyası

BADE OSMA ERBAYAV

“Daracık adlı bir sokakta, memurlar daracık evlerin kapılarını kaynaklıyor, yüksek kurumların önlerinde birileri ustaca kendi ağızlarını dikiyor, beyaz arabalar yürümüyor, siyahları kırmızı ışıklardan hiç durmamacasına geçip gidiyorlardı ve ben ümitsizce bir şeyi arıyordum. Hatırlıyor musun? Hani tanımadığım birine benzetmek istiyordum ya kendimi, kayıp vicdanımı ancak böyle bulabileceğime dair safça bir hisse kapılmıştım. Kimse bana benzemek istemiyordu oysa, kaybolan da benim vicdanım değilmiş meğerse.”

Karanlıkta etrafını yokladı, aradığını bulunca rahatladı.

“Yalın uğraşlar peşindeydim anlayacağın o kış. Beni içe gizlemek, seni uzaktan izlemek telaşındaydım. Ne toprağın azabından haberim vardı, ne yoklukla karılmış kederin kilinden, ne de yakılan ağıtların yer ile göğü titretebildiklerinden. Gülebildiğimiz bir çağdı. Cahil diyebilirsin bana.”

Diğeri suskunluğunu bozdu.

“Diyemem. Ben de sen gibiydim nicedir. Hatırlıyorum. Kanlı bir yazdı. Zemheri tutmuştu sonrasında. Hüzünler peşi sıra yüreğimize saldırırken, başımız şüpheli dudaklarında yastıkların, avuçlarımızın ortasında tekinsiz bir kaşıntıyla candan tedirginliğimizin kağıt gibi yırtılışı… Henüz pıhtılaşmamış bir yalnızlığın içindeki o ilk kımıldanışımızı hatırlıyorum. Çok rahatsızdık her şeyden. Sessiz kılınmıştık. En çok da birbirimizi duyamıyorduk. Bağırıyorduk, duyuramıyorduk.”

“Tek ömürlük bir bahar çeneği kadar sadeydik, narindik biz kardeşim. O gün, erken bir vakitte ışıklı kılıcını üzerimize doğrultarak at binen bir şövalye gibi belirmişti güneş. Beraberce karşılamaya çıkmıştık onu, sırf ışığı sevmeyi unutmamak için dedik sonra. Hatırlıyor musun? Unutturulduk zamanla.”

“Seziyorduk ama kestiremiyorduk ki. Pazarlara çıkılmasa da, biberlerle patlıcanlar kızarmasa da, çiçekler sulanmasa da, ekmekleri ellerimizle bölsek de olur demiştik. Evren boşluğu da kaldırıyordu o an. Ruhlarımızı hunharca parçaladıklarını bilemedik.”

“Kız ne safmışız biz, hakikaten!”

“Saflık değil o, körlük. Başkalarının körlüğü. Ölüm geldiğinde herkes aynı körlüğe bürünmüş olacaktı.*”

“Hâlâ alıntılamaktan bıkmadın şu özlü sözleri.”

“Aman n’olacak? Şiiri, romanı seviyorum ben. Birer birer eksiliyoruz yine de. Fark etmiyorum sanma.”

“Bize ölüm çoktan geldi. Onar onar, yüzer yüzer hem de.”

“Öldük mü?”

“Henüz ben de emin değilim. Alev gibi bir şeydi.”

“Bir şey yapmadık ki biz abla.”

“Damarlarımıza yavaş yavaş zerk edilen bir ötenazi karışımıydı yaşadıklarımız. Mesela uyuduğumu sanıyorsun şimdi gözlerimi kapalı görünce. Nefesim düzenli geliyor eğilip dinleyince, yine de ölmüşüm sayıyorsun. Yüzüm örtük, göğsümde bir bıçak belki, başucumda ruhum için bırakılmış bir bardak su bulabilirsin. Yüreğimde dolaşmış yün çilesi gibi düğüm düğüm bir keder var. Şu kalbin görebildiğini göz görebilse.”

“Düşünüyorum da dünyaya kıyasla, ne kadar az yalan var aramızda. El yordamı bir hayat sürüyorduk ama yalansızdık.”

“Sevince, çok inanınca öyle oluyor.”

“Evin kapısını çekip çıkmayı özler mi insan? Kapısı olan bir evden bahsediyorum elbette. Şu savaş yorgunu harabelerden değil. Anahtarımı alıp yemeğin altını kısıp bakkala gitmeyi özledim. Kapımı kilitlemeden çıkmaktan bahsediyorum. Dört duvar bir evden. Sokaklarda şıpıdık şıpıdık gezinmeyi, selamlaşmayı komşularla…”

“Ben çarşıya gidip yün almayı özledim. Şu yumuşacıklarından, tüylü tüylülerinden.

“Kırçıllı bordolu yeşilli bir hırka örmüştüm hatırlıyor musun? Çok severdin sen onu. Kaçırıp kaçırıp benden, gizlice giyerdin. Şu çocukla süzüşürken hani.”

“Aman abla, abarttın ama onunla süzüşmüyorduk ki!”

“Nefesini harcama. Hâlâ işitiyorum. Dinle bak. Tak tak tak tak.”

“Her gece yanık kokuyor bu oda. Yorgan yüzü gibi değişiyor artık acılarımız abla. Ne güzel kadındın, uçan kuşlarla çipil gözlü kedileri seven bir kadın.”

“Bırak şimdi çipil gözlü kedileri. Duyuyor musun? Bak. Kesik kesik öksürüyor fıstık ağacı. Mevsimsiz anızlar mı yakılıyor dışarıda?”

“Ağaç değil öksüren, ciğerlerim. Abla, hiç inanasım gelmiyor. Öldük mü şimdi biz?

“Emin değilim ateş gibi bir şeydi.”

“Âşıktım ben abla. Ona değil, düşü güzel olana.”

“Aşkın kederli oklarının saplanacağı bir beden yok ki artık kardeşim. İnsan yoksa durur zaman.”

“Göbek oyasından canlardık, biliyorum. Her şey ilmek ilmek saracaktı bizi. Ortamıza batıra batıra iğneyi, öreceklerdi etrafımızı.”

“Sızısız bir yer bulmalıyız uyanmak için kardeşim. Kalkalım. Yağmur yine yağmayacak. Birileri söylesin onlara. Hiç yoktan anızları yakmasınlar.”

*Alıntı Jose Saramago’nun “Körlük” kitabından.