İngiltere’de siyaset en azından bir on yıldır göçmenler ve göç politikaları üzerinden yürüdü. Bu süre zarfında sayılarına oranlı olarak önce Asyalılar arasında Pakistanlılar ve Bengladeşliler daha sonra Polonyalılar ve son olarak da Romanyalılar gündeme geldi. 2015 seçimleri öncesinde tüm partilerin karşısındaki sorun ya göçü kontrol etmek ya da göçün iyi yanlarını anlatmak üzerine odaklamış durumda. Artan Suriyeli göçmen nüfus itibariyle Türkiye’nin de benzer bir gelişme gösterebileceğini düşünüyorum.

Göçmen entegrasyonu, kültürleşmesi, uyum, harmonizasyon, toplumsal barış ve benzeri pek çok terminoloji değişerek ulusal siyasete hâkim oldu. Daha bireysel düzeyde ise daha yaygın ayrımcı ve ırkçı tavırların varlığı yadsınamaz. Medya ve siyaset sürekli ve daha katı bir şekilde bütün kötülüklerin anası göçtür ve hatta Avrupa Birliği vatandaşlarının serbest dolaşımıdır dedikçe sokakta da benzer bir görüş hâkim oldu. Kırk kez söylenirse olurmuş misali on yıl tekrarlanınca oldu diyebiliriz.

Uluslararası nüfus hareketliliğinin hem hareket edenler hem de gidilen ülkedeki yerleşik nüfuslar arasında bir kaygı yarattığını biliyoruz. Gidenler yeniden bir hayat kurmaya çalışırken diğerleri bu yeni gelenlerin çabalarını bazen şaşkınlıkla ve bazen korkuyla karşılayabiliyorlar. Özellikle de fiziki ve dilsel farklılıklar beklenenin dışına çıkıyorsa.

Yani İngiltere’ye gelen bir Alman veya Fransız o kadar sıkıntı yaratmıyor. Çünkü bunlar bilinen dil ve ırklar ve de Avrupa’nın zenginler kulübünden. Bu iki grup Britanya’daki en kalabalık göçmen gruplardandır bu arada. Okullarda Fransızca ve Almanca öğrenilmesi de yaygın olduğundan burada mesele çıkmıyor.

Doğu Avrupalılar ile ilgili ise bir sürü ön yargı var. Bambaşka bir dil konuşuyorlar; çok çalışkanlar ama yoksul ülkelerden geliyorlar.

Güney Asyalı ve Ortadoğulu göçmenlere dair en temel problem ise dinsel. Yine uzun süredir dünya genelinde devam eden “İslamcı terörist” imgesi genel söylemin arka planında sırıtıyor. Müslüman ülkelerden gelen her göçmen aynı zamanda potansiyel terörist olarak algılanıyor.

Halbuki ülkenin iki temel meselesi var: Ekonomik kriz nasıl aşılacak ve uluslararası siyasette nasıl düze çıkılacak. Seçimlere hâkim olması beklenen bu iki mesele de göçmenlere endekslenmiş durumda. Avrupa Birliği’nden göçü durdurursak ekonomik kriz aşılacak ve işsizlik bitecek. Müslüman göçmenlerden de kurtulursak terörizm, İslam Devleti ve Ortadoğu meseleleri topyekûn çözülecek.

Partilerin işin kolayına kaçtıklarını söylemek de en az o derece bir kolaycılığı içinde barındırıyor. İlerici ve demokrat siyasetçiler bu göç karşıtı tavır karşısında göçün söylendiği gibi zararlar ve yükler getirmediği, aksine ekonomi için olumlu olduğunu vurguluyorlar. Ortalıkta dolaşan analizler göçün faydalarını at başı önde gösterse de bu çabanın seçim kazanması mümkün değil.

Bu çabaların gereksiz olduğunu söylemiyorum. Ancak bunun yanında yapılması gereken ve öne çıkarılması gerekenin göçün ve özellikle de Avrupa Birliği içi serbest dolaşımın insani bir değer olarak anlamı ve öneminin anlatılması gerektiğini düşünüyorum. Bunun demokrasi gibi, insan hakları gibi genel kabul gördüğü bir siyasete ihtiyaç var.

Türkiye’nin de Suriyeliler ve diğer göçmen gruplarla ilgili siyasetini bu yönde oluşturması uzun vadede toplumsal barış için önemli. Suriyelilerin Türkiye’nin de devlet olarak desteklemediği bir rejimden ve çatışmadan kaçarak gelmiş olmaları işi kolaylaştıracaktır. Aynı şekilde Türkiye’nin “Orta Asya’dan at üstünde geldik” hikâyesi ekseninde göçmen kökenlerine vurgu yapan bir tarih olması da avantajdır. Sayın Başbakan Davutoğlu’nun bazı konuşmalarında konuyu “Peygamberimiz de göçmendi, sığınmacıydı” gibi bir eksene taşıması, Türkiye’nin Suriyeliler konusunda toplumsal barışı sağlamasına yardımcı olabilir. Hâlâ yurtdışında milyonlarca vatandaşı, eşi, dostu, akrabası olan bir millet mutlaka elini vicdanına koyacaktır. Ama göç etmenin de bir hak ve özgürlük olduğunu benimsemek gerek.

Bunun ötesinde Suriyelilerin ekonomiye katkısı da olacaktır etkisi de. Yasal durumlarının netleştirilerek çalışma hakkı tanınması da yine olumlu adımlardandır. Aksi takdirde sadece kayıtdışılık yaratırsınız.

İyi pazarlar ve bol şanslar.

* 27 Kasım’da babamın vefatından sonra telefon, mesaj, ve ziyaretleriyle destek olan tüm BirGün dostlarıma teşekkür ederim.