Ağustos’un son haftası Atina’da 5. Uluslararası göç konferansını gerçekleştirdik. 4 günde 400 kadar akademik çalışma sunuldu ve tartışıldı. Konferansın en popüler konuları göç politikaları olurken Suriyeli göçmenlere geniş yer ayrıldı. Göçün karanlık yüzünün aydınlatılması için daha çok konferansa ve tartışmaya ihtiyaç var.

Göç politikaları ya da daha geniş anlamıyla göç yönetimi konusu son yıllarda gittikçe güçlenen göçmen karşıtı ve ırkçı söylemlere kurban giderken göçle ilgili güvenilir ve temiz bilgi ihtiyacının önemini vurgulamakta fayda var. Göçle ilgili trajediler de göçe dair ve düşünülmesi gereken konular. Geçen hafta İngiltere’de bir Polonyalının, göçmen hapishanelerinden birinde neden öldüğünü daha çok düşünmemiz gerek.

Ohio Devlet Üniversitesi’nden dostum Jeff Cohen ile uzun süredir neoliberal söylemin göç çalışmalarındaki hakimiyetini eleştiriyoruz. Bu söylemin bir tehlikeli yanı göçü tartışırken genellikle göç edilen ülkelerdeki olumlu ya da çekici özelliklere vurgu yapması. Biz ise göçün çatışma modelinde asıl vurgunun terkedilen ülkelerdeki olumsuzluklar olduğunu söylüyoruz. Buradaki can alıcı fark, neoliberal söylemin uzantısı olarak gelişmiş ve demokratik denilen ülkelerdeki yanlışların, eksiklerin ve iticiliklerin de göz ardı edilmesi. Örneğin Almanya’daki yüksek ücretlere odaklanırken sığınmacı yurtlarının kundaklanmasını atlamak gibi. ‘Göçmenler gelip evimizi işimizi elimizden alacak’ gibi söylemlerin de teorik arkaplanında bu neoliberal göç kavramsallaştırmaları yatıyor.

Elinizde pasaportunuzla Avrupa veya Kuzey Amerika ülkelerinde pasaport kontrolü için kuyrukta beklerken hemen herkesin içinde bir korku kaygı vardır. Acaba kontuardaki ‘Murtaza’ beni geri çevirir mi korkusu. Sık seyahat edenler çeşitli stratejiler geliştirirler buna karşı. Mesela göçmen kökenli görünmeyen yaşlı erkek görevli tercih nedeni olabilir. Neredeyse suçlu hissedersin bu ülkelere giriş yaparken. Kraliçeye bakıp çıkacaktım desen olmaz. Espri yapmak da artık mümkün değil. Bu eksende, Türkiye havaalanlarında da kraldan çok kralcı bir özel güvenlik şirketi uçuş öncesi yolcuları taciz ederek bir sonraki aşamadaki tacize ve korkuya hazırlıyor.

Kısaca göç etmek suç haline getirilmiş durumda. Kapıdaki heyecan ve korkunun ötesinde, dünyanın pek tercih ettiği gelişmiş göç ülkelerinde yüz binlerce göçmen ‘gözaltı merkezleri’ diyebileceğimiz hapishanelerde tutuluyor. Temel neden göç etmek. Kimisi göçmenlik (vize, oturum vs) başvurusu devam ederken tıkılıyor buralara, kimisi başvuruları reddedilince içeri atılıyor. Bunların önemli bir kısmı sığınma başvurusunda bulunmuş kişiler. Aralarından çok sayıda çocuk da var. Sığınma başvurusu yapanların önemli bir kısmının siyasi nedeni yok veya doğrudan bir tehdit ile karşılaşmamış ama bunlar belli ki ülkesini terkedip binlerce kilometre yol alacak kadar bir şeylerden rahatsız olmuş kişiler. Bir kısmı ise başvurusu reddedilmiş ve ülkesine geri gönderilmeyi bekleyenler.

Oxford Üniversitesi Göç Gözlemevi’ne göre 2016 yılında 28,900 göçmen bu gözaltı merkezlerine alınmış. Göçmen Tutuklu Projesi sayılarına göre de Avrupa’nın en kalabalık göçmen tutuklu nüfusu da Rusya’dan sonra İngiltere’de. Bu göçmenler özellikle ‘idari nedenlerle’ tutuklanıyor. Özellikle sığınma başvurusu yapanlar en kalabalık grup. 2016 yılında sığınma başvurusu yapanların neredeyse yüzde 60’ı bu şekilde tutuklanmış.

En son geçen hafta Polonyalı bir göçmen bu göçmen hapishanelerinden birinde hayatını kaybetti. Guardian gazetesi ve Panorama programı bu ‘merkezlerde’ tutuklulara kötü muamele yapıldığını gösteren haberler yayınladılar. Bu kötü muamele meselesi göçmen hapishanelerinin yaratıldığı ünden bu yana defalarca gündeme geldi ve hâlâ devam ediyor.

İnsani maliyetini hesaplamanın imkansız ve gereksiz olduğu ortada ancak İngiltere’de ortalama bir tutuklu göçmenin hükümet bütçesine maliyeti 25-30 bin Sterlin olarak hesaplanıyor. Yılda en az 100-150 milyon Sterlin bu hapishanelere harcanıyor.

Tutuklu göçmenlerin çoğu ise yılda 15 bin Sterlin kazanabilecekleri bir işi yapmaya razı olarak bunca riski göze alıyorlar.

Göç yönetimi konusunu araştıran akademisyenler olarak bildiğimiz tek şey bu tür tedbirlerin ve sınırları güçlendirme politikalarının sadece ve sadece trajediyi büyüttüğü ve maliyet olarak da yapılabilecek pozitif her şeyden daha masraflı olduğu.

Belki de aklın yolu bir değil.

İyi haftalar ve bol şanslar.