Göçmen kamplarına hep birlikte karşı çıkmalıyız. Fakat bunu nefret ve yabancı düşmanlığı ile değil, evrensel insan haklarına bağlılığımızla yapmalıyız.

Göçmen kampları neden yanlıştır?

Malia Bouattia

Birleşik Krallık ordusunun Folkestone’daki kullanım dışı yerleşkesinin yüzlerce sığınmacıyı ‘ağırlamak’ için kullanacağı duyuruldu ve haber birçok insan tarafından tepkiyle karşılandı. Ülkeye giren göçmenlerin gerekli işlemlere tabi tutulması için İçişleri Bakanlığı bu tesisi ‘geçici barınma merkezi’ olarak kullanacaktı – yani göçmen kampı.

Fakat asıl endişe verici olan şu ki, yerel siyasetçilerin haberlere itiraz etmekteki temel sebebi insan hakları değil, göçmenlerin yerel nüfusu karşı karşıya bırakacağı olumsuz etkilerdi.


Muhafazakar milletvekili Damian Collins İçişleri Bakanlığına yazdığı yazıda ‘derin endişelerini’ ifade ediyor, kararın geri çekilmesini talep ediyordu. Gösterdiği gerekçeler göçmen hakları ya da sağlık ve güvenlik konuları ile ilintili değildi. Kampın kamusal hizmetler üzerinde yaratacağı kapasite sıkıntısından söz ediyor, kolluk kuvvetlerine ve sağlık hizmetlerine daha fazla kaynak ayrılıp ayrılmayacağını soruyordu.

Yerleşkede yaşayacak 400 göçmenin yaşamı ise ikinci plandaydı.

Galler’deki Penally Eğitim Kampı'nda da benzer olaylara şahit olduk. Savunma Bakanlığı tesisin kullanımını benzer amaçlar için İçişleri Bakanlığına devretmişti. Belediye meclisi üyesi Jonathan Preston mültecilerin çektiği acıları ‘şefkat’ duyguları ile karşıladığını ifade ediyor, ancak kampın yakınlarındaki küçük kasabanın başlıca gelir kaynağının turizm olduğunu ve kampın bölgedeki turizm potansiyeline zarar verebileceğini dile getiriyordu. Liberallerin ‘erdemli’ davranışları ya geçmişte ya da uzakta kaldıkları sürece desteklediklerine dair bir laf vardır. Preston’ın yaklaşımı bu sözü neredeyse kanıtlıyor.

Yerel seviyede altyapı yatırımlarının arttırılmasının, yerel hizmetlere daha fazla kaynak ayrılmasının yalnızca göçmen düşmanlığı bağlamında dile getirilmesi üzücü. Endişeli yerel nüfusun kaygıları ile göçmenler ile dayanışma gruplarının, ırkçılık karşıtlarının, sağlık çalışanlarının taleplerini aynı başlık altında ele alma, dayanışmayı ve örgütlü hareket etme şansını, insanları bölmek yerine birleştiren değerleri savunma şansımızı kaçırıyoruz.
Evrensel, ücretsiz ve nitelikli temel hizmetler talep etmek, göçmenler ile dayanışmayı talep etmek ile çelişki içinde değil. Aslına bakarsanız temel hizmetler özelleştirildikçe, göçmenlerin kırılganlığı sömürüye alet edildikçe kazananlar yine aynı kişiler olacak. Ortak mücadelemiz yoksul ve kırılgan olanları değil, zengin ve güçlü olanları hedef almalı.

Bu bölgeleri temsil eden parlamento üyeleri siyasi sürece liderlik etmekten aciz kaldılar. Başıboş bırakılan süreç ile yüreklenen bazı göçmen karşıtları, göçmenlerin tesislere varması beklenen günlerde yolları kapattılar. Aşırı sağcılar sokaklara döküldüler. Otoyolu kapatarak ‘Egemen, Britanya!’ şarkısını söylediler ve ‘ülkemizi geri istiyoruz’ sloganları attılar.

Dover ve Deal bölgelerini temsil eden parlamento üyesi Natalie Elphickle yaşananları onaylamadığını söyledi. Ancak gerekçe olarak eylemcilerin ırkçı, yabancı düşmanı ve şiddet yanlısı tutumlarını değil, koronavirüs risklerini gösterdi.

Asıl meselenin göçmenlere yönelik kötü muamele olduğunu hatırlatmakta fayda var. İçişleri Bakanlığı yürürlüğe konan sürecin ülkeye göçmen girişi yönetimini daha etkin kılacağını ve kırılgan durumdaki göçmenlere barınma sağlayacağını söylüyor.

Ancak iddiasını değerlendirirken önümüzde başka seçenekler olduğunu da bilmemiz gerek. Göçmenleri işleme alınması gereken birer ‘rakam’ olarak algılamazsak, onlara insani ve güvenli barınma imkanları da sağlayabiliriz. Hükümetimiz ise göçmenlere karşı savaş ilan etmeyi seçti ve ürettiği politikalarla yaşamlarını tehlikeye attı.

Gözaltı merkezleri, gümrük polisleri, sınır dışı uygulamaları yetmiyormuş gibi şimdi de göçmenleri denizde yakalıyorlar.

Hükümetin uygulamalarının sembolik bazı sonuçları da var. İngiliz İçişleri Bakanı Patel, Manş Denizi'ni geçerek ülkeye girmeye çalışan göçmenleri donanmanın durduracağını geçtiğimiz hafta duyurdu. Böylece muhafazakarların uzun süredir kurguladığı şekilde göçmenlerin ‘suçlu’ gibi algılanması da kamuoyu nezdinde pekiştirilmiş oldu.

Şimdi ise göçmenler askeri müdahaleden kaçabilseler bile askeri tesislerde kalacaklar. Mülteciler ile ‘ilgilenme’ konusunda savunma bakanlığının da gitgide fazla rol oynadığını görüyoruz.

Covid-19 karantinası esnasında gözaltı merkezlerinin boşaltıldığını ve sınırdışı kararlarına yapılan itirazların hızla kabul edildiğini unutmayalım.

Toplumsal paniği ve korku tüccarlığını boşa çıkarak şekilde, bu merkezlerden salınan göçmenlerin yerel nüfus ile barış içinde yaşadığını gördük.

Bu esnada hükümet de Doğu Avrupalı göçmenlerin ülkeye gelip tarım sektöründeki insan gücü ihtiyacını karşılamasını teşvik ediyordu.

Şimdi ise geldiğimiz noktaya bakın. İşler normale döndü ve hükümetin göçmen politikası eskisinden de saldırgan ve tehlikeli bir hal aldı. Bu suça ortak olmamalıyız. Bunun yeni normalimiz olmasına izin vermemeliyiz.


Kent şehrinde ırkçılık karşıtı ve göçmen yanlısı eylemlere tanık olduk fakat eylemler ne parlamento üyelerinin, ne de basının gündeminde yer buldu. Geçtiğimiz on yılın ilk yıllarında gördüğümüz türden bir dayanışma kültürünü tekrar inşa etmeli, bu konuyu siyasi ajandanın merkezine koymalı, toplumun geneline yaymalıyız. Şunu unutmamalıyız; asıl düşmanımız sınır kıyılarımızda değil, başbakanlık koltuğunda.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The New Arab