Göçmen mahallesinde yaşama tutunan Yusuf anlattı: Kerpetenle işkence
Sefaletin, açlığın sağlamasını hemen yanı başınızda yapabilmeniz mümkün. Yanımızdan giden hayatların içine girince… Küçüksu’da Afganlar nasıl yaşıyor, başlarına neler geliyor?

ERK ACARER @eacarer
Al-sat, ‘kaynak yarat’ ve üretmeden tüket kurgusunun nasıl büyük bir yıkım getirdiğinin anlaşılır verileri var. Sadece bu yılın başında dünyada işsiz kalan insan sayısının 200 milyon olduğu biliniyor. Çöküşün, sefaletin, açlığın sağlamasını hemen yanı başınızda yapabilmeniz mümkün.
Zeytinburnu dışında Anadoluhisarı, Küçüksu Mahallesi’nde yoğunluklu olarak bulunan Afgan sığınmacılarla bir araya geliyoruz. Ellerinde, iş kıyafetlerini koyacakları ucuz mağazalara ait poşetler, ayaklarında terlikler… Hiçbirinin, üstlerine geçirdikleri ‘havalı’ taş yıkama pantolonları, sağlıksız atölyelerde üç kuruşa üretirken, silikozis hastalığına yakalanıp ölen yaşıtlarından haberi yok!
Günün ilk saatleri… Afganlar sabah 07.00’de yollara düşüp kimi zaman hava kararana kadar iş bekliyorlar… Selamlaştığımız bir grup, Türkçeyi çözen Yusuf Abdülkadir’i gösteriyor. 26 yaşındaki Abdülkadir, o zor hikâyesini bir çırpıda anlatıyor: “İki yıldır Türkiye’deyim. Afganistan’da para kazanmak imkânsız! Taliban baskısı hiç bitmiyor. Gençler ailelerini bırakıp başka ülkelere yerleşiyor. Evliyim. Buraya geldiğim hafta, Afganistan’da bir kızım oldu. Onu, yollanan fotoğraflarına bakarak büyütüyorum! Aileme para gönderebilmek için buradayım.”
ÇETELER VAR!
Yusuf Abdülkadir’in anlattıkları, Türkiye’de neler yaşandığını da ortaya çıkarıyor. Abdülkadir, vicdanın, insanlığın öldüğü noktaları hiç çekinmeden aktarıyor: “Türkiye’ye İran’dan geldik. Gebze’de iş arıyorduk. Bir gün bir araca bindirildik. Dört kişiydik, iki de Pakistanlı vardı. Bizi şehir dışında bir yere götürdüler. Etrafta başka hiçbir ev yoktu. Çok geçmeden fidye için kaçırıldığımızı anladık. Adam başı 4 bin dolar istiyorlardı. 23 gün boyunca işkence gördüm. Sırtımda sopalar kırıp kulaklarımı kerpetenle çektiler. Tek isteğim vardı; yakınlarım öldükten sonra cenazemi bulsunlar, yıllarca bir umut içinde beni aramasınlar! Ailem, bütün serveti olan koyunlarını satıp parayı Bangladeş’teki bir bankaya gönderdi. Para bankaya yattıktan sonra da öldürüleceğimizi düşünüyordum. Fakat bir gece yarısı, telefonlarımızın sim kartlarını kırıp gözlerimiz bağlı şekilde bir otobana bıraktılar. Parası gelen diğer arkadaşlar da vardı. İstanbul’a yakın bir yerdi. Bir taksici halimize acıdı. Bizi arabasına aldı. Ancak Pakistanlılardan bir daha haber alamadık, onlara para yatmamıştı!”
Yusuf Abdülkadir, polise gitmekten çekindiklerini söyleyerek sürdürüyor: “4 ay boyunca Küçüksu’da kaldığım evden çıkamadım. İyileşmem uzun zaman aldı. Bana arkadaşlarım baktı. Şimdi ailemin parasını ödemeye çalışıyorum. Onu biriktirip üzerine 500 dolar yol parası koyabilirsem Afganistan’a döneceğim!”
PARA VERİLMİYOR
Afganistanlıların yapacakları şeyler belli. Bağ-bahçe işleri, taşımacılık ve inşaat işçiliği! O araç sahiplerinden biriyle konuşuyoruz. “Özellikle onları tercih ediyoruz” diyor. Sebebini net bir şekilde açıklıyor: “Çok iyi çalışıyorlar, çok memnunuz!” Peki, Afganlılar koşullarından ve işverenlerden memnun mu? Etnik kimliği soyadına yansıyan 25 yaşındaki Afganistanlı Ahmet Özbek, naif bir dille: “Bir odada 8 kişi kalıyoruz. Savaş devam ediyor, Henüz bir yıldır buradayım. Bugün saat 07.30’dan beri bekliyorum. Öğlen oldu iş yok! Sonuna kadar bekleriz. Ama boş döndüğümüz çok olur. Yevmiye en çok 30 TL. İnsanlar genellikle bize iyi davranıyorlar. Fakat çalıştırıp paramızı vermeyenler, günün sonunda küfür ederek kovanlar da oluyor. Yapacak bir şey yok!”
‘KIZLARA BAKILMAZ'
23 yaşındaki Nurettin Nizami de benzer şeyler söylüyor: “Bir evde 7 kişi kalıyoruz. Ama 15 kişi bir arada yaşayan da var. Kazandığımız parayı ailelerimize göndeririz. Her yerde savaş var. İnşallah buraya bir şey olmaz. Tek şikâyetimiz bizi çalıştırıp paramızı vermemeleri.” Çalışmaya gelen bir Afganistanlı ‘boş zamanı’ kalırsa nasıl değerlendirir? 23 Yaşındaki Nurettin Nizami anlatıyor: “Pazar günleri Üsküdar’a gideriz. Denize bakarız, gemilerin içine bineriz. Döner kebabı çok severiz!” Bekâr bir erkek ne yapar? Nizami, “Kızlara bakar mısınız?” sorusundan çok korkuyor: “Tövbe! Vallahi billahi bakmayız. O insanlardan değiliz, Müslümanız!”
***
Kucak açtınız ama…
Neden özellikle Suriyelilerde ‘ölümü göze alarak’ Avrupa’ya geçiş yapma isteği bu kadar sıklaştı? Bu sorunun cevabını ‘geçici koruma statüsü’ kavramıyla birlikte aramak gerekli. Uluslararası Af Örgütü’nden Volkan Görendağ, mültecilik kavramını ve Suriyelilere verilen statüyü şöyle anlatıyor: “Türkiye’de sığınmacılar üç bölümde toplanıyor: Birinci bölümdekiler ‘gerçek sığınmacı’ konumundalar. Bunlar Avrupalı göçmenler. Sayıları 30 ve 40 arasında. Her hakları mevcut… İkinci bölümde ise, ‘şartlı mülteciler’ bulunuyor. Şartlı mültecilik; Irak, İran, Afganistan, Pakistan’dan gelenleri kapsıyor. Sayı 150 bin civarında! Üçüncü bölümde de Suriyeliler var. Bu insanlar da ‘şartlı mülteci’ konumundaydılar. Ancak onlara, Suriye’deki savaşın devam etmesiyle birlikte Bakanlar Kurulu kararıyla ‘geçici koruma statüsü’ verildi. Ülkemizde sadece sağlık hizmetlerinden yararlanabilirler. Milyonlarca insanın başka bir hakkı yok! Oturma ve çalışma izinleri mevcut değil. Eğreti bir durumları var. Dönmek mümkün değil! Uluslararası Af Örgütü temsilcisinin verdiği bilgilerden şu sonuç çıkıyor: Göçmen sorunu üzerinden de Avrupalı olan ve olmayan ayrımı yaşanıyor. Gerekli altyapıyı sağlamadan, sadece, “Sığınmacılara kucak açtık” deyip iptidai çadır kentler kurarak sorunlar çözülmüyor! Barınma, beslenme imkânlarından yoksun insanlar ‘eksik yaşamlar’ sürüyor. Amaçları bir an önce kendilerini Avrupa’ya atabilmek. İşte bu nedenle çocuklar mayına basıyor, çocuklar boğuluyor!
***
Irkçılığın temel nedenleri
Aynı semtte Türkiyeli işçilerle de görüşüyoruz. Hepsi Afganistanlılara kızgın! Çünkü onlar işe alınınca kendileri işsiz kalıyor. Bununla birlikte Türkiye’nin pek çok yerinde rastladığımız bir diğer sorun yine karşımıza çıkıyor. Göçmenlerin bulunduğu yerde ev kiraları her geçen gün artıyor. Ev sahipleri, uyanık davranıp kalabalık bir biçimde bir araya gelen ve kirayı ortak veren sığınmacılara fahiş fiyattan kira bedeli uyguluyor.
“Onlar geldi, iş yok! Ev kiraları arttı!” söylenen hep aynı. Türkiye’de göçmene karşı gösterilen yabancı düşmanlığının en büyük altyapısı da bu!
***
Çalışın, ‘Çabuk çabuk’
Artık Türkiye’nin bir göçmen ülkesi olduğunu kabullenmek gerekiyor. Tarlabaşı, Kumkapı, Samatya ve Eminönü’nün bazı mahalleleri Afrikalılar tarafından tercih ediliyor. Onlar genellikle Türkiye’yi transit bir yol olarak kullanmayı hedefliyorlar. Geçici işlerde çalışıp işportacılık yapıyorlar. İnşaat işleri onlar arasında da gözde. İnşaat işçiliğine ‘Çabuk çabuk’ diyorlar. Ustabaşı, çalışanları sürekli bu şekilde uyardığı için, Senegalliler ve Nijeryalılar arasında inşaat işçiliği de ‘Çabuk çabuk’ olarak biliniyor. Singapur üzerinden kilosu 60 ila 75 dolara getirttikleri saatleri şehir merkezinde satıyorlar.
***
‘Zor işte’
Öte yandan İstanbul’da Pakistanlılara da oldukça sık rastlanıyor. Semt tercihleri Suriyeliler gibi Eminönü. Pakistanlılardan biri olan Muhammed’i yaşadığı yerde ziyaret ediyoruz. Dert hep aynı; ekmek parası! Pakistanlılar arasında, kâğıt toplayıcılığı yapmak yaygın. 27 yaşında, kıt Türkçesiyle hayata dair çok kısa özet geçip isteğini net bir şekilde ifade ediyor: “Çok zor işte! Keşke Türkiye oturma
izni verse…”
***
Sonuç
Aslında ana fikri kıyıdaki o hazin fotoğraf üzerinden çıkarabilmek mümkün. O fotoğrafın ‘görünmeyen diğer yarısında’ bir eli balda diğer eli yağda yaşayan mutlu bir azınlık var. Zaten kıt olan kaynaklar, gün geçtikçe daha hor kullanılıyor. Tüketim çığ gibi büyüyor.
4Fotoğrafta, dört bir tarafa demokrasi götüren ABD’nin, kapıları göçmenlere kapatan, ‘kendi insanı ve doğal çevresi dışındaki tüm meselelere duyarsız kalan Avrupa’nın sorumluluğu var!
421. yüzyılda neo sultanlık hevesiyle, mezhep çatışmalarını körükleyenler o fotoğraftan sorumlu. Finansör olarak, Suriye cehenneminin yaratılmasında aktif rol oynadıkları halde, tek mülteciyi bile kendi ülkelerine kabul etmeyen, Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt asla unutulmamalı.
4Zincirin son halkasında yer alanlar. İnsan simsarları… Elbette merdiven altında bot ve can yeleği üretenler, onları, ölüme gittiklerini bile bile mağdurlara satanlar da dramda pay sahibi!
4Türkiye artık bir göçmen ülkesi! Durumu kabul etmek gerekiyor. Empati şart. Küçük Aylan’ın ölümünden önce de durum aynıydı. Noktayı, sıkça söylediğimiz sözler üzerinden koyalım: Çocuklar ölürken değil uyurken susulur… Komşusu açken, tok yatan bizden değildir!