Artan göçmen düşmanlığını değerlendiren Sosyolog Saraçoğlu, “Gerçek sorumlular bu savaş ve yoksullukta payı olan devletler” dedi.

Göçmenler değil devletler sorumlu

ZİLAN AKAY / SETENAY KIZILKAYA

Taliban zulmü nedeniyle Afganistan’dan binlerce insan Türkiye’ye gelirken, ırkçı paylaşımlar da bu oranda arttı. Dünyada göçmenlere en çok ev sahipliği yapan ülkeye Afganistan vatandaşlarının da sığınması nefret söylemlerini artırdı. Öte yandan her sene olduğu gibi bu yıl da bayramlarda Suriyelilerin ziyaret sebebiyle ülkelerine döndüğü haberlerine gelen yorumlar ırkçılığı gözler önüne serdi. Birçok insan sosyal medya hesabı üzerinden göçmenleri hedef gösteren paylaşımlar yaptı.

BM Mülteci Örgütü’nün nisan ayı verilerine göre ülkede 3,6 milyon kayıtlı Suriyeli mültecinin yanı sıra 320 bin kadar diğer uyruklardan göçmen bulunuyor. Bunun yanına ‘düzensiz göç’ sınıfına giren, ülkede herhangi bir kaydı bulunmayan göçmenler de eklendiğinde sayının hayli yükseliyor. Suriyeliler dışındaki göçmen sayısı yaklaşık 500 600 bin olduğu tahmin ediliyor.

Sığınmacılar patronlar tarafından ‘ucuz işgücü’ olarak görülüyor. Birçoğu tekstil, inşaat, sanayi gibi sektörlerde asgari ücret veya altında, insani koşullardan uzak çalışmaya mecbur bırakılıyor. Çoğu göçmen çocuk eğitim-öğretimden faydalanamıyor veya çalışmak mecburiyetinde bırakılıyor. Tecavüz, istismar ve ölüm tehdidi aldıkları için ülkelerinden kaçan kadınlar ise Türkiye’de de ayrımcılık ve ötekileştirilmeyle karşı karşıya.

Göçmenlerin ülkede yaşadığı problemleri BirGün’e anlatan Sosyolog, Doç. Dr. Cenk Saraçoğlu, daha çok Suriyeliler özelinde yaygın bir göçmen düşmanlığı olduğunu söyledi. “Bu düşmanlık diğer siyasal meselelerde oldukça demokrat, hümanist ve özgürlükçü tavırlar alabilen muhalif kesimler arasında da yaygın” diyen Saraçoğlu, şöyle konuştu: “Bu kesim AKP iktidarının iktisadi politikalarından, ideolojik yönelimlerinden rahatsızlıklarına sebep olarak mültecileri görüyor. Bu da beraberinde mültecilerin ülkelerine geri dönmesini talep eden, onların ülke için bir yük olduğunu ifade eden söylemlerin yaygınlık kazanmasına zemin hazırlıyor. Muhalefet partilerinin başkanlık düzeyinde benzer mantığı tekrarlaması, göçmen karşıtlığını cesaretlendiriyor.”

ESAS SORUMLU

Mülteci karşıtlığının politik ve ideolojik bir mesele olduğuna dikkat çeken Saraçoğlu, “Yaygın mülteci karşıtlığını salt ırkçılık olarak kodlarsak, konuya sanki Türkiye’de hep var olan ırkçı zihniyetin bu kez mültecilere yansıması olarak düşünürüz. Politik zeminden koparız. Mülteci meselesini doğuran güncel süreçlerle hesaplaşmak yerine ‘ırkçılığın bulaştığı’ kesimlerle mutlak bir ahlaki karşıtlık noktasına sıkışabiliriz. Ahlaki ve ilkesel bir tutumun sergilenmesi elbette önemli. Özellikle de son dönemlerde CHP’nin geri gönderme odaklı söyleminin karşısında mülteci meselesine dair evrensel ilkelerin hatırlatılması gerekli. Fakat bunun tek başına işe yaramadığını, mülteci karşıtı kesimleri kendi pozisyonlarına daha fazla sarılmaya ittiğini Avrupa’daki örneklerde gördük. Türkiye’de mülteci karşıtlığının yaratabileceği çürümeden endişe edenler, bu kesimlerin son dönemlerde yaşadıkları kayıpları göz önüne alan, bunlara seslenen ve esas sorumluları işaret eden bir siyaset dilini geliştirmek durumundalar” ifadelerini kullandı.

İÇLERİNE KAPANIYORLAR

Göçmenlerin ülkedeki çalışma koşullarına da değinen Doç. Dr. Saraçoğlu, Türkiye’de mültecilerin ezici bir çoğunluğunun geçimlerini kayıtdışı çalışarak sağladığını aktardı. Ağır koşullara tepki gösterdiklerinde geri gönderilmekle tehdit edildiklerini de söyleyen Saraçoğlu, “Bir de mahallerine döndüklerinde ya da sosyal ortamda varlık göstermeye kalktıklarında dışlayıcı tutumlarla karşılaşıyorlar. Mahallede, sosyal alanlarda deneyimledikleri düşmanlık onları kaçınılmaz olarak kendi içlerinde daha fazla kapanmaya; kendi aralarında dayanışma ilişkileri geliştirmeye zorluyor. Gerçek sorumlular mülteciler değil. Sorumlu, bu insanların anayurtlarındaki savaş ve yoksulluk koşullarının ağırlaşmasında payı olan devletler. Göç ettikleri yerlerde büyük bir iştahla emek güçlerini sömüren patronlar. Aradan 10 sene geçmesine rağmen bu insanların ülkedeki geleceğine, birlikte yaşamanın koşullarına dair hiçbir gerçekçi projeksiyonu olmayan siyasal iktidar. Mülteci düşmanlığı, bu tablonun bu bütüncül haliyle kavranmasını engelliyor; tablonun daha da ağırlaşmasına yol açıyor” şeklinde konuştu.

SINIFSAL NİTELİĞİ VAR

ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Türkeş ise, göç sorunuyla beraber mülteci düşmanlığının da büyüdüğünün altını çizdi. Türkiye’nin neredeyse tamamının göçmen olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Türkeş, bu problemin sınıfsal olduğunu vurguladı: “Çoğu kişinin geçmişinde göçmenlik var. Tarihte 9’uncu ve 16’ncı yüzyılları arasında Anadolu’ya büyük göçler başlıyor, Orta Asya’dan, Arap coğrafyasından, kısmen Kafkas coğrafyasından, Balkanlar’dan. Aslında bu göç Anadolu coğrafyasının bu göçmenleri nasıl içselleştirdiğini gösteriyor. Tarihsel olarak bakıldığında Anadolu coğrafyası mülteci düşmanı bir toplum değil. Ancak günümüzde orta ve üst sınıflar bu göçlerin kendi sosyal yaşamlarını etkileyeceği varsayımıyla, ‘bizim kültürümüzü, nüfus yapımızı değiştirecekler’ iddiasıyla mültecilere karşı çıkıyor. Bunlar sınıfsal olarak baktığımızda daha çok orta ve üst sınıfa ait söylemler. Çalışan emekçilerin kendi arasındaki ilişkilere baktığımızda ise böyle bir düşmanlık yok, çünkü iki kesim de mevcut sistemden mustarip. Böylelikle aslında göçün de ilginç bir şekilde sınıfsal bir niteliği olduğu ortaya çıkıyor.”

HİÇBİR TEDBİR YOK

Bazı sektörlerin mültecilerin gelmesine sevindiğini kaydeden Türkeş, sebep olarak göçmenlerin ucuz işgücü olarak görülmesini gösterdi: “Afganistan’dan, Afrika ülkelerinden göç edenler var ve tarım sektöründe iş yapan sermaye sınıfları, bu göçlerden memnun. Sanayi sektörleri mültecilerin gelişinden memnun; çünkü mültecileri herhangi bir sosyal güvenceleri olmadan çok daha ucuza, karın tokluğuna çalıştırılabiliyorlar. Etrafta yaşanan yangılar vs. göz önünde bulundurulduğunda, göçmenler için alınan hiçbir güvenlik tedbiri yok bir de mülteci karşıtlığıyla karşı karşıyalar. Bu tepki göçmen düşmanlığına dönüşür bir nitelikte. Ancak benim beklentim, Türkiye’de Avrupa’daki gibi faşizan eğilimlerin çok fazla yükselmeyeceği. Çünkü Türkiye kendisinin de bir göçmen toplumu olduğunu hatırlayıp göçmenleri içselleştirmek isteyecektir. Bu insanların Türk toplumuna nasıl entegre olacağını sistematik bir şekilde düşünmeleri gerekiyor.”

EĞİTİM PROGRAMLARI YAPILMALI

Prof. Dr. Türkeş, atılması gereken adımları ise şöyle sıraladı:

  1. Bir dönem bu ülkede herkes mülteciydi, buna göre davranılmalı.
  2. Ülke yönetimleri mültecileri siyasi çıkarlarına kurban etmemeli.
  3. Göçmenlerin topluma entegre olabilmesi için eğitim programlamaları yapılmalı.
  4. Eğitim programları hazırlanırken cinsiyet, yaş, eğitim düzeyleri gibi faktörler araştırılıp bu hususlar dikkate alınmalı.