BM’ye göre dünyada göç etmek zorunda kalan 84 milyon kişi var. Britanya hükümetinin göçmenlere yönelik tahammülsüzlüğü akıl almaz boyutlarda.

Göçmenlere zorbalık

Brian Cloughley

Şu sıralar dünyada krizden bol bir şey yok. Karşı karşıya olduğumuz en trajik krizlerden biri de evlerini terk etmek zorunda kalan mültecilerin durumuyla ilgili. Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği (BMMYK), erişebildiği mültecilerin ihtiyaçlarını karşılamak için çabalayan bir kurum. Yayınladığı son rapora göre dünyada çatışma, zulüm ve iklim değişikliği gibi olgular yüzünden evini terk etmek zorunda kalan 84 milyon insan var.

BMMYK’nın başındaki Filippo Grandi, 11 Kasım günü bir çağrı yayınlayarak varlıklı ülkelerden daha fazla destek talep etti. Grandi, çağrısında “Uluslararası topluluk barış için daha fazla çaba sarf etmeli ve evlerini terk etmek zorunda kalanlar için daha fazla kaynak ayırmalı” dedi. Mülteciler maalesef uluslararası topluluğun pek umurunda değil. Belarus’tan Polonya’ya giriş yapmaya çalışan binlerce mültecinin maruz kaldığı insanlık dışı müdahale bunu bize bir kez daha gösterdi.


DONARAK ÖLENLER KİMİN UMRUNDA?

BBC’den aktarılan haberlere göre mülteciler “Polonya’dan sınır dışı ediliyor ve Belarus bu insanları geri kabul etmeyi reddediyor. İnsanlar Polonya ormanlarında sıkışıp kaldılar. Donarak ölenler oldu.” Kimin umurunda? Polonya Ulusal Güvenlik Konseyi lideri Pawel Soloch’un umursamadığı kesin. 8 Kasım günü yaptığı açılamada “Sınırlarımıza yönelik saldırıların süreceğini öngörüyoruz” dedi. Saldırılar mı? Silahsız, donmak üzere olan ve tek arzuları onur içinde yaşamak olan çaresiz insanların saldırıları mı?

Eşzamanlı olarak farklı trajediler de işittik. Fransa’dan İngiltere’ye geçmeye çalışan bir botun batmasıyla 17 erkek, 7 kadın ve 3 çocuk hayatını kaybetti. Ölen kadınlardan biri hamileydi.

Bu haberler insanın kanını donduruyor. Fakat yalancılığı kanıtlanmış İngiliz İçişleri Bakanı Priti Patel’in yaşananları umursamadığını görüyoruz. Kasım ayı başında yaptığı bir açıklamada, yeni bir yaşam kurmak isteyen mültecilerin birçoğunun hilebaz olduğunu iddia etti. “Küçük teknelerle ülkeye ulaşmaya çalışan mültecilerin yüzde 70’i, ekonomik gerekçelerle geliyorlar ve gerçek anlamda ‘sığınmacı’ değiller.” Tabii işin manidar kısmı şu ki, Patel’in ebeveynleri 1960’lı yıllarda İngiltere’ye taşınan Ugandalı göçmenlerdi.

Ekim 2012’de verdiği bir röportajda Patel şöyle diyordu: “Zulümden kaçarak yeni bir ülkeye geldiğinizde, sıkı çalışmak ve size sahip çıkan topluma katkıda bulunmak istiyorsunuz. Vatanperver oluyorsunuz çünkü bu yeni ülkeyi eviniz olarak benimsiyorsunuz ve değerlerine sahip çıkıyorsunuz.” Doğru. Fakat, Patel’in artık kendinden başka kimseye bu şansı tanımak istememesi çok yazık. Yayımlanan haberlere göre Patel’in benimsediği caydırma yöntemlerinden biri de “sırılsıklam olmuş mültecileri buz gibi havada sahillerde alıkoymak ve bekletmek… Sonra otobüslere bindirerek dokuz saat ötedeki alıkoyma merkezlerine götürmek.”

AVUSTRALYA HÜKÜMETİ GÖÇMENLERİ İSTEMEDİ

Britanya hükümetinin mülteciler konusundaki tahammülsüzlük, kasıt ve beceriksizliği akıl almaz boyutta. Fakat yeni olduğu söylenemez. Afgan mülteci Abbas Nazari tarafından yayımlanan After the Tampa kitabı, Avustralya hükümetinin uygulamalarının daha da kötü olduğunu gözler önüne seriyor. Avustralya Yayın Kurumu’nun haberine göre, “2001 yılında Taliban gücünün zirvesindeyken Nazari’nin ebeveynleri zor bir seçimle karşı karşıyaydılar: Evde kalıp zulme uğrayabilir ya da çocukları için güvenli bir yaşama doğru yola çıkabilirlerdi. Korkunç bir yolculuğa çıktılar. Afganistan’ın dağlarını aşarak küçük bir tekneyle Hint Okyanusuna açıldılar. Teknede 400’den fazla sığınmacı vardı. Tekne batmaya başladığında bölgede bulunan Tampa isimli kargo gemisi tarafından kurtarıldılar. Denizcilik tarihinin en büyük kurtarma operasyonlarından biri olan bu olay, hemen sonrasında uluslararası bir krize dönüştü çünkü Avustralya kurtarılan sığınmacıları ülkeye kabul etmemeye karar verdi.

Avustralya hükümetinin kararı uluslararası hukuka ve Birleşmiş Milletler Anlaşmasına aykırıydı. Seçime yaklaşan Liberal Parti lideri John Howard’ın tek amacı seçimleri kazanmaktı. Daha sonra Sydney Morning Herald gazetesinde aktarılanlara göre geminin kaptanı Arne Rinnan, “Başkent Canberra’dan verilen emirlere karşı gelmiş ve acilen tıbbi müdahaleye ihtiyaç duyan 433 sığınmacı ile birlikte Avustralya sularına girmiş, Avustralya’ya ait küçük bir toprak parçası olan Christmas adasına yanaşmıştı. Ardından SAS komandoları geminin kontrolünü ele geçirmişti. John Howard geriye dönük bir yasal düzenlemeyle kolluk kuvvetlerine bu gibi durumlarda gemilere müdahale etme yetkisini vermişti.

AFGAN MÜLTECİLER KAMPA GÖTÜRÜLDÜ

Gemiye yapılan komando baskının Nazari’nin satırlarıyla okumak insanın kanını donduruyor. Komandoların silah taşımasına gerek yoktu çünkü mültecilerin hiçbiri silahlı değildi. Küçük yaşlarında Taliban’ın korku kampanyasına maruz kalan çocuklar, askeri operasyon esnasında ölüm korkusu yaşamışlardı. Başbakan Howard’ın seçim kazanma gayesiyle emrettiği operasyonun, bu insanların ruh sağlığına verdiği zararı ölçmek mümkün değil. Bunlar yaşanırken Abbas Nazari 7 yaşındaydı. Mültecilerin birçoğu Avustralya’nın 3 bin mil kuzeydoğusundaki Nauru adasındaki kampa götürülürken, Nazari’nin ailesinin şansı yaver gitti ve Yeni Zelanda’ya kabul edildiler.

Nauru adasındaki koşulları tarif eden bir Af Örgütü temsilcisi şöyle diyordu: "Son 15 yıldır birçok çatışma bölgesinde bulundum. Adaletsizlik, perişanlık ve çaresizlik hakkında çok şey öğrendiğimi düşünüyordum. Fakat Nauru’da gördüklerim ve duyduklarımı asla unutmayacağım.” Nazari zekası ve çalışkanlığı sayesinde büyük başarılar kazandı. Fulbright bursu kazanarak eğitimine devam etti. Bu gibi hikayeler sığınmacıların ‘ekonomik göçmenler’ olduğunu iddia eden Patel’in önüne konmalı.

GÖÇMEN POLİTİKALARI ZORBALIKLARLA DOLU

Tabii bu konuda da manidar bir çelişkiye dikkat çekmek gerek. Patel’in 23 Kasım’da yaptığı bir açıklamaya göre, Nobel ve benzeri ödüllere sahip kişileri Britanya’da yaşamaya teşvik edecek bir eylem planı üzerinde çalışılıyordu. Patel tarafından “Kişilerin nereden geldiğine değil, ne gibi becerilere sahip olduklarını değerlendireceği” söylenen ‘puan sistemine dayalı’ seçim süreci için tek bir başvuru bile gelmedi.

Patel’in ya da Avustralya, Belarus ve Polonya’daki ‘aydın ve becerikli’ meslektaşlarının evlerini terk etmek zorunda kalmış milyonlarca mülteciye karşın zerre şefkat duymadıkları açık. Başbakan Theresa May döneminde dışişleri bakanı olarak görev yapan Patel, 2017 yılında istifa etmek zorunda kalmıştı. İstifa açıklamasını yaparken “Eylemlerim, dışişleri bakanı makamından beklenen yüksek standartları karşılayamamış olabilir” demişti.

Bir defa da olsa doğru bir şey söylemişti. Fakat Patel ya da Başbakan Johnson gibi kalpsiz, sinsi ve güç arsızı insanlar dünya sahnesinde oldukça tehlike devam edecek. Gelecek kuşaklar hükümetlerin ahlaksız ve insaniyetten uzak politikalarını kabul etmek zorunda bırakılabilir.

Counter Punch'tan çeviren Fatih Kıyman