Göç Araştırmaları Derneği​’nden akademisyen Dr. Lülüfer Körükmez, göçmenlerin geri dönmek isteseler dahi gidecek yerlerinin olmadığını söyledi. Körükmez, göçmenleri evlerine göndermek diye tarif edilen şeyin bir karşılığının olmadığını ve kitlesel sınırdışıların yasaklandığını kaydetti.

Göçmenlerin geri dönecek yeri yok

Namık ALKAN

Afganistan’da Taliban’ın ilerleyişinin ardından Afgan göçü azalsa da devam ediyor. Halihazırda Türkiye’de 5 milyon göçmen, sığınmacı ya da mülteci bulunuyor. İktidar bu insanları kendi çıkarı için kullanmaya çalışırken muhalefet de özellikle Suriyelilerin geri gönderileceğini söylüyor.

Göç Araştırmaları Derneği​’nden akademisyen Dr. Lülüfer Körükmez ile hem iktidarın hem de muhalefetin göçmen stratejisi üzerine konuştuk. Körükmez, savaş nedeniyle gelen göçmenlerin geri dönmek isteseler dahi dönecek yerlerinin olmadığını söyledi. Muhalefet partilerinin, neredeyse bütün siyasi varlıklarını göçmen karşıtlığı üzerinden kurduklarını belirten Körükmez, göçmenleri “huzurlu ve güvenli biçimde evlerine göndermek” diye tarif edilen şeyin bir karşılığının olmadığını, toplu ve kitlesel sınır dışıların uluslararası sözleşmelerce yasaklandığını kaydetti.

Türkiye neredeyse göçmenlerin toplanma merkezi oldu. Göç hareketlerinin temel nedeni nedir?
Göçmenler diye bahsettiğimiz grup, birbirinden farklı pek çok hukuki statüyü kapsıyor ve elbette önemli kısmı da statü sahibi değil. Bunu başta belirtmek istedim çünkü Suriyelilerin, Afganların ve diğer ülkelerden gelenlerin hepsi aynı hukuki statüde değil. Hemen herkesin bildiği üzere Suriyeliler ve Afganların göçünün sebebi ülkelerindeki savaş. Bu nedenle kitlesel göç akışlarını görüyoruz. Türkiye 1990’lar öncesinde daha çok uluslararası göç akışları bakımından transit bir ülke iken 1990’lardan bu yana hedef ülke konumuna da geldi. 1990’larda Sovyetlerin dağılmasının ardından, eski Sovyet ülkelerinden ekonomik ve politik çalkantılardan kaynaklanan göçleri gördük. Afrika ülkelerinden göç akışlarından Türkiye asıl hedef ülke olmamakla birlikte, bir yandan iltica mekanizmasının dışlayıcılığıyla yavaşlığı diğer yandan Avrupa’nın sınırlılarını daha katı biçimde kapatması ve sınırları kendi fiziki sınırlarının ötesine, örneğin Türkiye ve Fas gibi ülkelere doğru itmesi sonucunda giderek artan sayıda göçmen Türkiye’de yaşamaya başladı. Afrika ülkelerinden gelen göçmenlerin göç sebepleri geldikleri ülkelere göre değişiyor elbette; çevresel sebeplerden savaşa ve ekonomik sebeplere kadar geniş bir alanı kapsıyor.

Göçmenler Türkiye’de kalıcı mı, yoksa Avrupa ülkelerine geçmek için burası bir ara durak mı? Bu konuda Türkiye hükümetinin ve Avrupa Birliği’nin izlediği politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Göçmenlerin pek çoğunun asıl hedefinin, arzusunun Avrupa ülkelerine geçmek olduğunu biliyoruz. Bunu bir kısmı başarabiliyor, maalesef pek çoğu göç yolunda çeşitli biçimlerde şiddete maruz kalıyor veya hayatını kaybediyor. Elbette bir kısmı da Avrupa ülkelerine geçiş arzularına ve denemelere rağmen Türkiye’de kalıyor ve yine elbette bir kısmı burada kalmayı tercih ediyor.

Elbette ki göçmenlerin önemli bir kısmı kalıcı olacaktır. Bu daha önceki pek çok örnekte de böyle olmuştur. Ve aslında oldukça da doğaldır. Suriye’den göç başlayalı on yıl oldu. Ya da Afganlar veya Afrika ülkelerinden gelenler, iltica başvurusu yapmayı başarsalar dahi yıllarca başvuru sonuçlansın diye beklemek zorun. Bu sırada elbette hayat durmuyor: Arkadaşlar, akrabalar, iş-çalışma vb. süreçlerle yerleşiklik kazanıyorlar. İnsanların isteyerek ya da istemeyerek hayat kurduğu, yıllarını geçirdiği yerlerde kalıcı olmalarından daha doğal bir şey olamaz. Ve elbette unutmamak gerekir ki savaş sebebiyle gelen göçmenler, geri dönmek isteseler dahi dönecek bir yerleri yok.

gocmenlerin-geri-donecek-yeri-yok-905679-1.
Lülüfer Körükmez

Avrupa’nın göçmen politikasına gelince, bu yeni bir süreç değil. Avrupa ülkeleri 1990’lardan bu yana göçmenleri sınırları dışında tutmaya çalışıyor ve bu amaçla da Türkiye gibi ülkelerle çeşitli biçimlerde “işbirliği” yapıyor. Yeni olan ise, açıkça, tüm dünyanın gözü önünde insanlar ölüme terkediliyor ve bu kamuoyu tarafından destekleniyor; en iyi ihtimalle görmezden geliniyor. Bir başka şey ise ağır aksak işleyen uluslararası iltica ve koruma mekanizması çöktü. Uluslararası sözleşmeler hiçbir beis görülmeden yok sayılıyor. Buna ek olarak da Ege denizi ve Meriç nehri gibi göçmenlerin geçiş rotalarında geri itmeler pek çok kez raporlanarak kayıt altına alındı.

Bu koşullar altında Türkiye, sık sık muhteşem “ev sahibi” olarak alkışlanıyor, taltif ediliyor. Elbette şaşırtıcı değil, iktidar göçmenleri burada tutuyor ve bunun için fon da alıyor ama bu kadar değil, hepimizin bildiği üzere siyasi pazarlıklarda da Türkiye’nin tek kozu göçmenler.

Türkiye’de kalan, yerleşik hayata geçen göçmenlerin Türkiye toplumu ile entegrasyonu nasıl sağlanabilir?
Türkiye’de her zaman çeşitli göçmen gruplarına karşı iş yerinde, sokakta, toplumsal ilişkiler içinde ayrımcı davranışlar görülüyordu. Ancak, Suriyeliler ve son dönemde Afganları hedef alan ayrımcı söylem ve pratikler hem nicel hem nitel olarak eskiyle karşılaştırılamayacak oranda arttı. Bunu elbette hepimiz biliyoruz; sosyal medyada nefret söylemi, ırkçı ve ayrımcı ifadeler sürekli gündemde. Asıl korkutucu olan, sorumlu davranmasını bekleyeceğimiz siyasi aktörlerin ateşe körükle gitmeleri. Bildiğimiz gibi eskiden eğitim ve ayrımcı pratiklerin ters orantılı olduğunu varsayıyorduk. Bu sebeple de bilinçlendirme, bilgilendirme ve genel eğitimin empati ve haklar temelinde tutum ve davranışı artıracağını düşünüyorduk. Ancak maalesef ne Türkiye’de ne dünyada bu beklendiği yönde olmadı. Göçmenlerin savaş veya diğer zorlayıcı sebeplerle, çok kötü koşullarda ve hayatlarını riske atarak geldiklerini, kötü koşullarda yaşadıklarını hemen herkes biliyor. Ancak buna mukabil gördüğümüz resim, göçmenlere yönelik yüksek nefret. Daha da kötüsü sosyal medyada sıkça gördüğümüz üzere, zorlu sebepleri veya hak ve hukuku hatırlatanlara “duyar kasmak”, “naif” ve daha kötü yaftalar yapıştırılıyor. Bunun sadece Türkiye’de olmadığını da göz önüne aldığımızda, aslında tam da insan onuru ve insan haklarının hem ahlaki krizini hem de uluslararası hukuki mekanizmaların krizini görmezden gelmek mümkün değil.

AKP Genel Başkan Danışmanı Yasin Aktay “Suriyeliler giderse ekonomi çöker” derken, AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Özhaseki de “sanayiyi Suriyeliler ayakta tutuyor” diyor. Bu söylemleri nasıl değerlendirmek gerekir?
Ebetteki çalışma koşulları aynı değil. Göçmenlerin çok daha düşük ücretle, güvencesiz, zor ve sağlıksız koşullarda çalıştığını biliyoruz. Dahası çalışmanın karşılığı olan ücreti alıp alamayacaklarının belli olmadığı ortamda çalıştığını biliyoruz.

Kabaca beş milyon kişiden bahsediyoruz ancak Türkiye’de güvenceli çalışan, yani kayıtlı çalışanların sayısı 2019’da yaklaşık 64 bindi. O tarihten bu yana Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yeni veri yayınlamadı. Bu sayısının iki üç katına çıktığını varsaysak dahi, durumun vahameti anlaşılıyor.

Şöyle gözümüzde canlandıralım, diğer bütün hak kayıpları bir tarafa, binlerce insan emeklilik ihtimali olmadan çalışıyor. Bu da, hastalık, sakatlık veya yaşlılık durumunda güvencesiz ve belirsiz bir hayat demek. Gerçekçi bir politika, bu durumun yıllar sonra yine önümüze birikmiş bir sorun olarak geleceğini öngörerek oluşturulabilir. maalesef Türkiye’de bu tür uzun erimli perspektif yerine günü kurtarmayı hedefleyen anlık kararlarla yaşıyoruz.

Muhalefetin Suriyelileri evlerine gönderme projesi var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz, genel olarak göçmen sorununun çözümü konusunda sizin görüşleriniz nedir, ne yapmalı?
Türkiye’de uzun süredir devam eden ekonomik problemler, politik gerilimler, baskı ortamı, siyasetsizleşme gibi pek çok sorun göçmenlere tahvil edilmiş durumda. Demek istediğim şu: muhalefet partileri, Türkiye’de kangrene dönmüş pek çok sorunu çözmek için perspektif geliştirmeksizin, neredeyse bütün siyasi varlıklarını göçmen karşıtlığı üzerinden kuruyorlar son dönemde. Göçmenleri “huzurlu ve güvenli biçimde evlerine göndermek” diye tarif ettikleri şeyin bir karşılığı olmadığı açık. Toplu ve kitlesel sınır dışı uluslararası sözleşmelerce yasaklanmıştır. Beş milyonu aşkın insanı gönüllü geri göndereceklerini iddia ediyorlarsa bunun da inandırıcı olmadığını söylemek gerekir. Bu söylem, insanları kışkırtmak, nefret söylemini yükseltmekten başka bir işe yaramaz. Bu yolla “seçim yatırımı” yapıyorlarsa ve varsayalım ki seçimi kazansalar dahi, yükselttikleri nefret söylemiyle yoğrulmuş toplumla baş başa kalacaklar. Türkiye için zaten dramatik boyuta ulaşmış toplumsal ve politik kutuplaşmayı daha da keskinleştirmekten başka bir sonucu yok.

Göçmenler için sonuçları oldukça ağır elbette. Fiziki şiddete maruz kalma korkusunun artmasının yanı sıra var olan ayrımcı pratiklerin artışı kaçınılmaz. İşin tuhaf tarafı, uzun süredir yaşadığımız hukuksuzlaşma sürecini eleştirerek iktidara geldiğinde bunu düzelteceğini vadeden muhalefet, aynı anda uluslararası sözleşmeler ve hukuk ve buralardan kaynaklanan hakları yok sayarak göçmenleri geri göndereceğini ilan ediyor. Sanırım ne göçmenler ne de göçmen olmayanlar yani Türkiyeliler bunu hak etmiyoruz.