Geçtiğimiz günlerde terk-i hayat eyleyen bir tarikat liderinin cenaze törenine, devlet ricalinin yanı sıra 6’lı Masa'nın sağ kanadının tam kadro katılması, CHP’nin de pek şöhretli bir temsilcisinin boy göstermesi de mi size bir şey söylemedi?

Godot gelmez biz ona gidelim...

Dilbilgisi mantığına pek uymasa da “geliyor gelmekte olan” sloganının bir albenisi var. Beklenen geliyorsa, umutsuzluğun kapısını penceresini kapatıyorsunuz demektir, ne güzel. Sloganın açıkta bıraktığı ise gelenin ne olduğu, ondan ne beklediğiniz ve nasıl gelmekte olduğudur. Gelmekte olan geliyorsa şimdi bizim de ona doğru yürümemiz gerekmez mi? Gelmekte olanı karşılamaz, yoluna çıkmazsak yalnızca seyirci olmaz mıyız? Ya bizim beklediğimiz yere gelmiyorsa, ya rotadan sapmış, yoldan çıkmışsa. Geleceğinden ne kadar emin olsanız da beklemekle yetinirseniz, gelmeyen, hiç bir zaman da gelmeyecek Godot’nun yolunu gözleyen Vladimir ile Estragon’dan ne farkınız kalır ki?

Biliyorum “münafıkça” sorular bunlar; “pişmiş aşa su katan” cinsinden. Yine de sormak zorundayız. “Nasıl geliyor gelmekte olan?” sorusundan başlayalım: Yanıt genellikle “gümbür gümbür” oluyor; iktidar partilerini ya da ittifakını bir hezimetin beklediği de sık sık söylenir oldu. Kamuoyu yoklamaları, anketler de sanki bu “gümbür gümbür”ü haklı çıkarıyor gibi. İktidar kanadı tarafından harlandırılan kamplaşma ateşinin, fanatik yandaş, inatçı taraftar, namus belasına vazgeçemeyen seçmen sayısını korumayı amaçladığını, bunda da başarı kazandığını söyleyenler, muhalefet kanadının, seçimleri kazanacağına inansalar da bir hezimeti pek mümkün görmüyorlar.

Dahası, çağdaşlığa pek derin felsefi tahlillerle burun bükenler, “eskidi, şimdi ‘post’ zamanıdır” diyenler görmek istemeyebilir. Ama cemaatler, tarikatlar cephesinin, hani şu şehvetiye ile maruf, çocuklara, kadınlara, doktorlara musallat olan cennet pazarlayıcılarının, korku satan cehennem bekçilerinin, ilkelliğin son temsilcilerinin iktidarla pazarlık görüntüsü veren faaliyetleri dikkatinizi çekmiyor mu? Geçtiğimiz günlerde terk-i hayat eyleyen bir tarikat liderinin cenaze törenine, devlet ricalinin yanı sıra 6’lı Masanın sağ kanadının tam kadro katılması, CHP’nin de pek şöhretli bir temsilcisinin boy göstermesi de mi size bir şey söylemedi?

Bir ihtimal daha mı var?

Gelmekte olan nasıl geliyor, sorusunun ikinci bir boyutu daha var; o da “bir gelen varsa, bir de giden olması gerekmez mi?” sorusudur; “gerçekten gidecek mi gitmekte olan, ya direnirse gitmemek için” türündendir; ciddi bir tehlikeye işaret eder. İktidar kanadında bu türden uç heveslerin yandaşları arada bir boy gösteriyorsa da fazla olduklarını sanmıyorum. Ama yine de bu ihtimali görmenin ve çözümler üretmenin zorunluluğu ortadadır. 2015 Haziran - Kasım arasında olup bitenleri o dönemin başbakanı olarak iyi bilen Ahmet Davutoğlu da tehlikenin altını çiziyorsa iddiaları ciddiye almak gerekecektir. Muhalefet, ya da değişimden yana seçmen, böyle bir inatla karşılaşırsa Ajda Pekkan şarkısındaki hayal kırıklığına uğramış âşık misali “istenmiyorsun artık, arkanı dön ve çık” demekle yetinmenin yeterli olmayacağını herhalde biliyordur. Yine son zamanlarda tarikatlar cephesindeki kargaşanın Türkiye çapında bir kaosa dönüşeceğinden, böylece iktidarın “gitmek istiyorum ama görüyorsunuz bırakmıyorlar” deme ihtimalini sevenlerin sinsi dedikoduları da kirletiyor kulaklarımızı.

Diğer yandan “gelmekte olandan ne bekliyorsunuz?” sorusu, ana soru, hatta soruların yanıtı hâlâ alınmamış babası, anababasıdır. 6’lı Masa’da buluşan partilerin çok farklı noktalardan geldiklerini farklı ideolojik yaklaşımlara sahip olduklarını biliyoruz. Ortak noktalarının “geliştirilmiş parlamenter sistem” olduğunu söylüyorlar; bu sistemin nasıl şekilleneceği konusunda çalıştıklarını da belirtiyorlar. Rejimin baskılarının yasa dışı sonuçlarını hızla gidereceklerini, hukuksuzlukla haksızlıkla karşılaşanların özgürlüklerine kavuşturulacağını da söyler gibi oldular. Danıştay’da ikiye karşı üç oyla İstanbul Sözleşmesi’nin iptalini haklı bulan kararına da kızdı Masa’nın bileşenleri; bu da iyi bir işaret diyelim. Ekonomi konusunda “hesap soracağız” türünden radikal bir söylem var da kamunun hakkını kamuya vermekten söz eden var mı? İçinde bulunduğumuz derin ekonomik krizin üstesinden nasıl gelineceği konusu da henüz açıklanmış değildir. Kapitalist sistemin halka yararı olmayan krizle baş etme yöntemlerinden birisini seçerek yola devam edecekleri, değişimin yaratacağı psikolojik rahatlamanın desteğiyle başaracaklarını düşünüyor olabilirler. Kuşkusuz geniş bir halk desteğiyle iktidara gelmenin böyle bir artısı olur. Ama kriz nesnel bir durumdur. Öyleyse krizin üstesinden nasıl gelineceğinin açıklanması hem halk desteğinin artması için hem de gerçekten bir zorunluluk olduğu için gereklidir, kaçınılmazdır. Kaçınılmaz olan bir başka gerçek ise sistemle çatışmadan gerçek çözümlere ulaşılamayacağıdır.

Gerçek görünür, sorun gözlerde

Kuşkularımızın temel gerekçesini de açıklayalım ki hiç kimse bizi Oğuz Aral ustamızın başında kara bulutla gezen Felaket Ahmet’ine benzetip “nereden uyduruyorsun kapat şu şom ağzını” demesin. Ayrıntılara takılmıyor, günümüzün moda tabiriyle “büyük resme” bakıyoruz; 6‘lı ittifakın 5 bileşeni sağdan geldiler ve hâlâ da sağda duruyorlar. Demokratikleşme konusunda söyledikleri zamanın ruhu icabıdır. Şu sıralarda başka türlü muhalefet mümkün değildir. Masanın kurucusu CHP ise muhafazakâr olduğunu varsaydığı halk kesimlerine ulaşabilmek için bir miktar sağa kaymayı strateji olarak uyguluyor. Hep birlikte durdukları, çakılıp kaldıkları nokta, HDP ile ilişki sorunudur. Görünen gerçeği görmemekte direndikleri için olsa gerek, bu konuda Nuh diyor peygamber demiyorlar. Oysa hep birlikte gördüğümüz, duyduğumuz, HDP’nin “daha ne yapalım, ne söyleyelim Türkiye partisi olduğumuzu daha nasıl kanıtlayalım” türünden açıklamalarını sanki görmek istemiyorlar. İktidarın, 6 milyon seçmenin oyunu almış HDP’yi suç örgütü gibi gösterme gayretlerine karşı çıkmak yerine sessiz kalarak destek olduklarının farkında mı değiller, yoksa hiç bir işe yaramayan korkuların esiri mi oluyor 6’lı Masa?

Solda yer alan aydınların önerilerine, eleştirilere de Masa şimdilik kulak asmıyor. Ama bu eleştiriler gerçekçidir; önünde sonunda kulak verilmesi gereken öneriler olduğu anlaşılacaktır. Örneğin geçtiğimiz günlerde BirGün yazarı Prof. Dr. Doğan Tılıç dostumuz bu konunun önemini vurguladı. Doğan’ın yazısında alıntıladığı sevgili hocamız Prof. Dr. Raşit Kaya’nın somut önerisi de öyle kulak ardı edilebilecek bir öneri değildir; peki duyan var mı?

Raşit Hoca’nın eleştiri ve önerisi şöyledir: “En geniş halk kesimlerinin demokratik birliğini oluşturmak Türkiye’nin önündeki tüm sorunların da aşılması için vazgeçilemeyecek ilk adımdır. Bu nedenle bileşenleri arasında farklı anlayışların, toplumsal mesafelerin yadsınamayacak boyutta olduğu altılı ittifakta en acil sorun ‘ortak bir hükümet programı’ oluşturmak olmalıdır.”

***

Zamanın ruhuna boyun eğmeyen Sol kanattaki siyasal partiler Masanın dışında olmakla birlikte, çözüm yollarını, zorunlulukları hatırlatıyor, Masayı yapıcı bir eleştiriyle, demokratikleşme rotasını korumaları, geliştirmeleri için dostça uyarıyorlar. Kendi aralarında buluşanlar, buluşamayanlar hepsi de tarihi misyonlarını en iyi şekilde nasıl gerçekleştirebilecekleri konusunda kafa yoruyorlar. İnsanlar tarihin yalnızca tanığı değildirler, aynı zamanda failidirler, Sol parti ve hareketler, demokratik kitle örgütleri, işte bunun bilinciyle tarihi bir hatayı önlemeye çalışıyor.

Bir zamanlar, “harekette bereket vardır” denilirdi; aculluk sayılmasın, gerçekten sorunların acelesi vardır. Üstesinden gelinir, yeter ki gerçeğin izini yitirmeyelim, yeter ki ütopyamızın ışığı üzerimizden eksilmesin.